Sayın YALÇIN sohbetimize hoş geldiniz. Bize biraz kendinizi tanıtabilir misiniz? Hangi okullardan mezun oldunuz? Hangi eğitimleri aldınız?
-Hoşbulduk Sayın OKAY, beni bu söyleşiye davet ettiğiniz için teşekkür ederim. 1967 Diyarbakır doğumluyum, görev gereği sıklıkla şehir değiştiren bir ailenin çocuğu olarak nerelisin sorusuna kolay yanıt veremeyenlerdenim. İlkokulu farklı zamanlarda 3 ayrı şehirde ve 7 ayrı okulda okuma şansını da bu sayede elde etmiş oldum. Liseyi ise sadece iki okulda son olarak da İstanbul’da St.Joseph Fransız Erkek lisesinde tamamladım. Bu konuda gerçekten şanslı olduğumu düşünüyorum zira kişiliğimin oluşmakta olduğu yıllarda aynı yıl içinde tüm çevremin birkaç kez değişmiş olması, bugün sahip olduğumu düşündüğüm esneklik, uyum rahatlığı, gerek iş gerekse sosyal alanda bana büyük kolaylıklar sağladı.
1991 yılında ilkokul yıllarımdan beri hayal edegeldiğim üzere bir Makina Mühendisi olarak ODTÜ’den mezun oldum ve kendimi çalışma hayatımın ilk yılında akşamları İstanbul Ünversitesinde Uluslararası Yönetim alanında İşletme alanında üniversite mezunları için açılan bir sertifika programında buldum ve köşeleri yuvarlanmış bir Mühendis-İşletmeciye dönüşerek mühendisliği temel öğeleri ve analitik düşünce sistematiği dışında bir daha kullanmamak üzere iş hayatına atıldım.
İlk iş hayatınıza Türkiye’nin en önemli sektörlerinden biri olan çimento sektöründe işe başladığınızı biliyoruz, hem de ihracat departmanında. Bize ilk iş hayatınızdaki deneyimleri anlatabilir misiniz? Size ne gibi eğitimler verildi? İlk çalışmalarınızda ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Bunları nasıl aştınız?
– Evet, iş hayatıma o zamanlar Çukurova grubuna bağlı olan Çanakkale Çimento’da başladım, ihracat departmanına geçmeden önce ithalat, kambiyo, bütçe ve proje departmanlarında kısa süreler ile oryantasyonumu tamamladım. İhracat departmanına girişimle birlikte hâlâ sakladığım ilk pasaportumu kısa süre içinde doldurma fırsatım oldu. O yıllarda birlikte çalıştığım yöneticilerimin pek çok yönleri ile benim için gerçek birer rol modeli olduklarını söyleyebilirim, diğer yandan sanırım hangi işlerin bana uygun olmadığını da en kolay ve hızlı şekilde görme şansını da yine iş hayatımın başında bulmuş oldum.
Çimento sektöründe satış ve pazarlama konularında da görev aldığınız biliyoruz? Böyle bir sektörde nasıl satış ve pazarlama faaliyetleri vardır? Neler yaptınız?
– Satış ve Pazarlama iş hayatımın ilk yıllarından itibaren kariyerimin en önemli alanlarından birisi oldu ve stratejik bakış açısını elde etmemde de bu alanın önemli faydası olduğuna inanıyorum. Örneğin Çimento sektöründe ihracat benim için bir ürünün yurtdışına satılmasından çok farklı bir deneyimdi, çünkü klasik bir ticari faaliyetin ötesine geçmiş, aracıların ve kartellerin hakim olduğu bir dünyada, çok değişik ülkelerdeki nihai tüketicinin gerçek ihtiyaçlarını, tedarik zincirindeki tüm halkaları aşarak karşılamak üzere tasarlanan bir iş modelinin uygulayıcılarından olma şansını buldum. Burada o dönem için bu sektörde son derece yenilikçi sayılabilecek bir dağıtım ve lojistik girişimi ile dökme yükü gemilerde paketleme ve çıkartma gemileri ile nehirlerde teslimat, dökme mallarda dağıtım şebekeleri gibi hem şirkete hem de nihai müşteriye değer yaratacak çözümlerin gerçek bir komodite olan çimentoda rekabetçi avantajlara dönüştüğüne şahit oldum.
Rekabetçi avantaj yaratacak farklılaşmanın, sürüden ayrılıp kendi yolunu çizmenin ve değer bazlı yönetimin şirketlerin geleceğinde ne kadar önemli rol oynadığını bu dönemde görme ve yaşama şansını elde ettim.
Daha sonra otomotiv sektörüne geçtiniz ve yine satış ve pazarlama departmanlarında görev aldınız. Bize biraz o zamanki görevlerinizden söz edebilir misiniz?
– Çimento’dan sonra bambaşka bir alanda, Otomotiv sektöründe, Borusan Holding iştiraklerinden Amerikan Tenneco Automotive’e bağlı Monroe Amortisörlerini üreten şirkette Satış ve Pazarlama deneyimim oldu, bu da çok ilginç bir bakış açısı içeren sıradışı bir deneyimdi. Söz konusu aksam araçların görünmez parçalarından olup kaza veya aşırı yıpranma sonucu değişmek zorunda olmadıkça araç sahibinin bilmediği ve görmediği bir parçadır. Bu ürünün pazarlamasında bir FMCG(*) ürünü gibi algılanması ve gerçek değişim hızının pazarda yaratılabilmesi adına tüketicinin yani araç sürücüsünün farkındalığının ve dağıtım kanalının hassasiyetinin yaratılması, güvenli sürüş deneyiminin vurgulanması gibi ürünün fayda ve özelliklerinin ayrıştırılarak pazarlamanın pek çok P’sinin(**) bilimsel yaklaşımlarla kullanılması söz konusu idi, sadece markanın değil, yenileme pazarının da büyümesini sağlayan tüm kanallarda uzun soluklu tutundurma faaliyetleri, markanın Türkiye pazarında liderliği elde etmesinde önemli rol oynadı.
Gıda sektörüne nasıl ve neden geçtiniz? Yine satış ve pazarlama yaptınız, buradaki faaliyetleri, önceki çalıştığınız sektörlerle karşılaştırdığınızda, ne gibi farklılıklar gözlemlediniz?
– Gıda sektörüne geçişim aslında hayatımdaki en önemli birkaç değişikliğin arka arkaya gelmesi ile oldu. İstanbul’daki yoğun iş ve şehir hayatından kaçıp, hâlâ en büyük tutkularımdan birisi olan rüzgâr sörfü yapmak için, yazları her hafta sonu Alaçatı’ya geliyordum, otomotivde Güney Afrika Cumhuriyeti’nde açılan bir pozisyona aday gösterildiğim sırada, radikal bir kararla evlenmeye ve İzmir’de yaşamaya karar verdim. Başka bir şehirde ve bambaşka bir sektörde, İzmir’de o dönem yeniden yapılanmakta olan Etap Holding’e ait Meyve Suyu Üreticisi şirketinde yine satış ve pazarlama sorumluluğu üstlendim.
Meyve Suyu endüstrisi daha önce deneyimim olan sektörlerden tamamen farklı iş modellleri ve dinamiklere sahip bir faaliyet alanıdır, doğa, tarım, FMCG ve komoditenin içiçe olduğu, bir ucunda yüksek teknoloji ve çağdaş pazarlamanın bir diğer ucunda toprak ve yetiştiriciliğin bulunduğu müthiş hareketli ve heyecanlı bir iştir. Komodite tarafından bakıldığında çimento deneyimimden faydalandığımı söyleyebilirim, FMCG ve değer zinciri açısından otomotiv deneyimimin önemli faydalarını gördüm. Farklı sektörel deneyimlerin yeni alanlarda kalıpları kırmaya, sınırları kaldırmaya ve yenilikçi girişimler yapmaya önemli oranda katkı yaptığını kendi deneyimlerimle de görme şansım oldu.
Çalıştığınız şirkette genel müdürlüğe kadar yükseldiniz, bu süreç nasıl oldu? Ardından bir şirket evliliği söz konusu, bu ortaklık nasıl gerçekleşti? Bu ortaklığın avantajları neler oldu? Ne gibi zorluklar oldu, bunları nasıl aştınız?
– Meraklı ve araştırmacı kişiliğe sahip pek çok kişi gibi aslında görev tanımı gereği üstüme vazife olmayan alanlarda da değerlendirmeler yapıp gelişim fırsatlarını işaret etmeye başlayınca, mühendislik nosyonları da eklendiğinde Satış ve Pazarlama sorumluluğumun üzerine Fabrika Müdürlüğü de ekleniverdi. Meyve Suyu sektöründe profesyonel yöneticinin parmakla sayıldığı bir ortamda bir süre sonra, 32 yaşında şirketin Genel Müdürlüğü görevini üstlendim ve Grubun diğer faaliyet alanlarındaki şirketlerinde yönetim sorumluluğu mevcut sorumluluklarıma eklenene kadar büyük bir keyifle sürdürdüm. Aslında başlangıç dönemi oldukça fedakâr davrandığımız bir dönemdi, zira evlendikten 3 ay sonra bir seneliğine fabrikanın bulunduğu Mersin’e yerleşip, evimden uzak kalmam gerekti. Ama bu bir zorunluluktu ve bu dönemin de yöneticilik tecrübesi adına bana çok şey kattığına inanıyorum.
Öğrenmeye, yeniliklere ve daha fazla sorumluluk almaya her zaman aç olmam farklı görevleri rahatça üstlenmekten çekinmemem sanırım profesyonel kariyerimde hızlı yükselmemde önemli rol oynadı. Bu dönemde Plastik ve Ambalaj sektörlerinde iki ayrı şirkette de genel müdürlük grup koordinatörlüğü yaptım ve Etap Holding deki görevimi kendi işimi kurana kadar Holding CEO’su daha sonra da Yönetim Kurulu üyeliği sorumlulukları ile sürdürdüm.
Çalıştığınız şirkete büyük katkılar yaptığınızı ve özellikle ihracatta önemli hamleler yapmışsınız; fuarlara katılmışsınız. O günleri biraz anlatabilir misiniz? O zamandan bugüne neler değişti?
– Tarif ettiğim dönemde kurumsal kapasite geliştirme, yönetişim sistemleri tasarımı, ürün ve süreç inovasyonları, bilişim sistemleri altyapıları, ürün ve pazar geliştirmeden tutun da, yeni faaliyet alanlarına girme, değer yaratma potansiyelini yitirmiş işlerin yeniden yapılanması, şirket evlilikleri, birleşmeleri, ortaklıkları ve ayrılıkları, krizler ve fırsatlar gibi kurumsal hayatta karşılaşılabilecek çeşitlilikte konuda liderlik ve yöneticilik yapma fırsatı elde etmiş oldum.
Sürdürülebilir büyüme ve değer yaratma için strateji oluşturmak ve başarıyla uygulayarak hayata geçirmek her şeyden önce değer, anlayış, hedef ve yaklaşım bütünlüğü ve iç tutarlılığı olan bir sistem gerektiriyor. Bu ise sadece birbirine ve hedeflerine kenetlenmiş insan ve sistemlerin varlığında çalışırken görülebilen harika bir organizma demek. Sanırım beni en çok bu organizmanın olgunlaşıp büyümesi ve kusursuz çalıştırılabilmesi heyecanlandırıyor . Elbette esnek, ve çevreye uyumlu bir mekanizmadan söz edildiğinde çevreden gelen sürekli değişim sinyallerini iyi anlayıp evrimleşme ve yeni duruma adapte olma yetisi kazanımında sürekli tarama, algılama ve değişime uyum sağlama en önemli unsurlar arasında yer alıyor.
Şirketinizin geleceği için bir Stratejik Plan yaptınız mı? Bu Stratejik Planlamanın ne gibi faydalarını gördünüz? Sizce her şirket böyle bir planlama yapmalı mıdır?
– Kurumsal bir performanstan, hesap verebilirlikten ve sürdürülebilir değer yaratmaktan söz ettiğiniz her durumda gelecek ile ilgili öngörülerinizin, uygulanabilir bir statejinizin olması kaçınılmaz, elbette şirketlerimiz için orta ve uzun vadeli stratejik planlama çalışmaları yaptık ve başarıyla uygulama şansı da bulduk.
Stratejik Planlama sürecinin özellikle ilk kez bu deneyimi yaşayacaklar için kurumun kimliğinin, varlık amacının, vizyonunun belirlenmesinden başlayan, hem iç dinamiklerini hem de dış faktörleri doğru analiz ederek kendini ve içinde yaşadığı evreni doğru algılama ile devam eden müthiş bir farkındalık ve yeniden tasarım çalışması olduğunu düşünüyorum. Ülkemizde bu konuda sadece şirketlerde değil her tür kurum ve kuruluşta önemli bir eksiklik olduğu görüşündeyim, elbette kısa vadeli düşünmeye ve dünün, bugünün işleri ve sıkıntıları ile uğraşmaya çok alışmış, yarını da bilinmeyen bir mücadele alanı olarak kabul etmiş çok sayıda insanın yaşadığı bir ülkenin kurum ve kuruluşları da benzer düşünce de olabiliyor.
Stratejik planlama çalışması yapmamış olmak, gelecek hakkında fikir sahibi olmamayı ve bazı alternatifli planlar yapmamayı gerektirmez ve hiçbir işe de yaramaz demek istemiyorum ancak yapılandırılmış ve analitik öngörüleri de içeren metodolojileri kullanarak yapacağınız ve sürekli güncel tutabileceğiniz bir planın başarıya ulaşma şansının çok daha fazla olduğuna inanıyorum. Stratejik plan her şeyden önce bir mutabakat ve ortak hedef metnidir, kurumun bütün paydaşlarını içeren, herbirinin sonuçlara önemli etkilerini göz önüne alan, zaman ve diğer kaynaklar bazında ölçülebilir, değerlendirilebilir bir programdır.
Başarılı olarak niteledirilebilecek bir stratejik planlama sürecinin önemli unsurlarından birisi de uygulanabilirliğidir; uygulanabilir olması için kurumun değerler, davranışlar ve uygulamalar açısından da hazır ve uyumlu olması gerekir. İyi bir danışmanlık alıp, stratejik planlamasını yapan, bunu kütüphanede saklayan, aslında inanmadığı için bir külfet olarak gören, takip etmeyen-güncellemeyen, veya uygulamaya kalktığında ihmal edilerek önemsenmemiş olabilecek değerler sistematiği ve insani unsurlar sebebi ile başarı beklerken felaketle sonuçlanan çalışma örnekleri de olduğunu unutmamalı.
Rüzgârların değişiminden ve fırtınalardan en az etkilenebilmek için yola çıkmadan önce nereye gideceğinizi belirlemeyi, teknenin bu seyahat için uygunluğundan emin olmayı değilse güçlendirmeyi, olmadı değiştirmeyi, bir ana rota birkaç da alternatif çizmeyi, yeterince malzeme ve yiyecek almayı, mücadele için daima atletik ve güçlü kalmayı sağlayacak egzersizleri yapmayı, takımın yapacağı işleri iyi öğrenmiş olduğundan ve birlikte uyum içinde çalışacaklarından emin olmayı, acil durum ve krizlere hazrılıklı olmayı, hava ve deniz durumunu mutlaka sürekli takip edip tahminleri almayı, herkesin gerekli ve mantıklı bulacağından eminim. Sadece kurumların değil kişilerin de kendilerini bu süreçten geçirip tanımaları ve hayatları ile ilgili bir stratejik planlama çalışması yapmalarını şiddetle tavsiye ederim. Üniversite de de öğrencilere bu konuda tavsiyeler veriyoruz.
Kendi işinizi ne zaman kurmaya karar verdiniz? Bugün ne gibi faaliyetler yapmaktasınız?
– 2006 yılında uzun süredir tanıdığım, aklına ve deneyimine herşeyden önce de dostluğuna çok güvendiğim ortağımla, deneyimlerimizi özellikle de ülkemizdeki şirketlerin sayısal olarak önemli çoğunluğunu oluşturan Kobilere, Stratejik Yönetim Danışmanlığı vermek hedefi ile kurmaya karar verdik, Kobilerin pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de ekonominin gerçek gücü olduğuna inanıyoruz, gerek yerel ve ulusal kalkınma modellerinde gerekse bireysel girişimcilerin yaratmaya çalıştıkları iş modellerinde seçtiğimiz ve uzmanlık, deneyim sahibi olduğumuz faaliyet alanında çok uzun süre bizim misyonumuzu üstlenmiş olan danışmanlık kuruluşlarına ihtiyaç olacağını görüyoruz.
En büyük zorluk psikologdan destek alana “Deli”, danışmana başvurana da “Akılsız” denmesi endişesi diye düşünüyorum, danışmanlık alma kültürü biz de Kobiler boyutunda yeni yeni oluşuyor. Sanırım irili ufaklı başarı öyküleri yaygınlaştıkça bu durum çok daha hızlı değişecektir.
Danışmanlık şirketimizde çok farklı sektörlerde yöneticilik tecrübesine sahip iki ortak ve yine aynı çeşitlilikte ve derinlikte deneyim sahibi uzmanlarla çalışıyoruz, sektör spesifik bir girişimimiz olmamasına rağmen uzmanlık sahibi olduğumuz sektörlerde spesifik projeler de alıyoruz, bu projelerdeki hizmetlerimiz; Stratejik planlama çalışmalarından, yeniden yapılanmaya, aile şirketlerinde kurumsallaşma, “Interim Management” olarak tarif edilen organizasyonlarda geçici süreli yöneticilik misyonundan, Bağımsız Yönetim Kurulu üyeliğine kadar geniş bir yelpazede olabiliyor. Stratejik Yönetim danışmanlığı alanında ihtiyaca göre tasarlanmış olan hizmetlerimiz bulunuyor.
Bizim özelliğimiz yaptıkları ve söyledikleri birbirine benzeyen klasik danışmanlar yerine, hizmet verdiğimiz organizasyonların ayrılmaz parçası olmak istememiz ve yaşadığımız ortamı bir bütün olarak algılayarak “Değişim”, “Dönüşüm”, “Yenilik”, “Farklılaşma” gibi kavramları hem kendi bünyemizde, hem de müşterilerimizin yaşamında sürekli bulunur kılmaya niyetli bir kurum olmamız.
Kalkınma ve bölgesel rekabetçiliği geliştirmede uzun süreden beri kullanılan önemli modelllerden birisi olan “Kümelenme” konusunda da ortağımın çok derin ve kapsamlı bilgi ve tecrübesi var, konu Türkiye’de tartışılmaya başlanmadan uzun yıllar önce yurtdışında çeşitli çalışma grupları içinde Kümelenme faaliyetlerinde aktif rol almış ve gerek uygulama gerekse kavramsal anlamda önemli birikim oluşturmuş durumda ve Vego(***) içerisinde de bu tecrübeyi geliştirmek adına kendi kurumsal kapasitemize önemli yatırımlar yapıyoruz.
Hedeflediğimiz üzere bir tanesi Kümelenme ile ilgili bir diğeri Kobilerle ilgili iki Uluslararası derneğin yönetim kurulunda yer alıyoruz ve danışmanlık çalışmalarımızı da uluslararası alana açmaya başlıyoruz. Geçtiğimiz ay içerisinde İzmir’de bu konu ile ilgili olarak kültürün ve sosyal sermayenin Kümelenme çalışmalarında ne kadar önemli bir rol üstlendiğinin ana tema olarak belirlendiği bir konferans düzenledik, yurtdışından konularında uzman pek çok konuşmacının ve Türkiye’nin her yerinden ilgililerin katıldığı çok önemli bir toplantıyı kendi şehrimizde yapabilmiş olmak da bizim için ayrı bir gurur kaynağı oldu.
Üniversitede ders veriyorsunuz; sizin zamanınızın öğrenciliği ile bugünün öğrencilerini karşılaştırdığınızda ne gibi farklılıklar görmektesiniz?
– Üniversite harika bir ortam, harikalığı, taze ve öğrenmeye aç beyinlerin birarada yaydığı pozitif enerji ve tabii özgürlük duygusu, ben misafir öğretmen olarak ders veriyorum, Statejik Yönetim konusunun çağdaş örnekleri güncel global ve özellikle yerel uygulamaları tabii ki hızla değişen dünyamızdan çeşitli taze bilgilerle aktarıyorum. Bu yaklaşımla kavramsal bilgiler dışında ayağı yere basan çarpıcı örneklemelerle daha akılda kalıcı ve kullanılabilir bilgi olması daha yüksek olasılık haline dönüşüyor.
Bugünün öğrencileri benim zamanıma göre çok çeşitli olanaklara sahipler, dünyayı oturdukları yerden algılayabileeckleri sonsuz bilgi akışı gibi önemli bir destekleri var, ancak diğer yandan da geçmişe göre daha da rekabetçi bir ortamdalar ve malesef tam olarak bunun farkında değiller, bilginin erişilebilirliği sadece benim öğrencilerimin tekelinde değil, benim 5 yaşımdaki kızım dahil, tüm dünya vatandaşlarının iletişim araçları ve cep telefonları mesafesinde tüm dünya. Öğrenciler çok daha girişken çalışkan, meraklı olmak zorundalar, zira artık tüm dünyaya erişimleri var. Bugün her ülkede her tür işi herkes yapabilir hale geliyor, bu bir fırsat olduğu kadar aynı zamanda bir tehdit de. Yarın kendi ülkelerinde hayal ettikleri işleri kolaylıkla bir Hintli’ye, Amerikalı’ya, Çinli’ye veya Afrikalı’ya kaptırabilirler.
Öğrencilerle iletişiminiz nasıldır? Onlara ne gibi mesajlar vermektesiniz?
– Çok kolay ve rahat iletişim kurabildiğimi düşünüyorum, bu tabii ki iletişimin iki yönünde de aynı gayretin olması ile mümkün oluyor. Sıklıkla verdiğimiz mesajlar, yaptıkları işe tutku ile bağlı olma, meraklı, araştırıcı ve girişken olma, sıkı çalışma, çok okuma, çok yönlü olma, her tür aktiviteye katılma ve değişik sosyal ağlar yaratma ve dostlar edinme, yaptığı işi en iyi yapma, geleceği hayal etme, kendilerini ve dünyayı iyi tanıma ve algılama üstüne kurulu. Sanırım en fazla dünyayı değiştirebileceklerine dair gerçekçi bir inançları olmasını arzu ediyorum, ders verdiğim öğrencilerin en az %50’sinin dünyayı bir şekilde olumlu yönde değiştirebilecek yetenekleri ve güçleri olması neden mümkün olmasın? En çok da değerler üzerine konuşuyoruz galiba, başarı öyküleri kadar başarısızlık örnekleri de aktarıyorum.
Kendi işini kuran girişimcilere ne gibi önerileriniz olabilir?
– Kendi işini kurma konusunda ülkemizde çok çeşitli fırsatlar olduğunu, ancak bunlarla ilgili en zor konunun rasyonel karar alma konusunda ihtiyaç duyulan veri ve bilgi eksikliği olduğunu düşünüyorum. Bu konuda eş-dost, bilgili ve deneyimli bir abi-abla dışında danışılabilecek çok merci bulunamadığı yönündeki saptama aslında bu alanda da merkezi bir destek mekanizmasının sağlıklı bir şekilde kurulmasının gerekliliğini ortaya koyuyor.
Kendi işini kuracaklara pek çok önerimiz olabilir, ancak sanrım en önemlileri, iyi araştırma, iyi veri toplama ve analiz etme, kısa ve orta vadeli tüm kaynakları göz önüne alan bir iş modeli yaratma ve bunun mali tablolarını da oluşturma, bunu mutlaka aklıselim eş-dost dışında daha profesonel ve tarafsız bakacak birileri ile tartışma ve eleştirilerini alma olacaktır. Bütün bunlar sonunda genelde cesaret kırıcı ve hayal edilen işi yapmamayı düşündürecek değerlendirmelerle karşılaşma olasılığı vardır, ama girişimci ruhun en güçlü yanı da cesaretini kaybetmeden hayallerine sarılma ve herkes “Yapma” derken inandığın yolda hesaplanabilir riskler alma ve sebat etmedir. Bunlar mutlaka gerekli ve en önemli unsurlar. Dünyada her gün milyonlarca yeni girişim doğuyor, bunlardan gerçek anlamda başarılı olup tarihe adını kazıyanların sayısı gerçekten düşük, bence kendi işini yaparken neye ulaşmak istediğine ve kişisel olarak neyin kendini mutlu bir insan kılacağını iyi anlamak ve bu doğrultuda karar vermek gerek. Hayatta varlığımız sırasında en önemli şey yaşadıklarımızın özünü yakalamak, ve bugünü de ıskalamadan geleceği tasarlayabilmek girişimcilerin bu gerçeği kaçırma olasılığı oldukça yüksek sanırım.
Sizi ve çalışmalarınızı tanımaktan çok mutlu olduk, başarılarınızın devamını dileriz.
– Ben bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim ve size de kolaylıklar dilerim.
Yazarın notları:
*FMCG: Fast Moving Consumer Goods (Hızlı Tüketim Maddeleri)
**Pazarlamanın P’leri: Pazarlama dehası Philip Kotler (1931, Chicago) pazarlamanın 4P’si olduğunu ortaya koymuştur. Bunları, Product, Price, Place ve Promotion, yani Ürün, Fiyat, Yer (Konumlandırma) ve Tanıtım olarak tanımlamıştır.
***Vego: Vedat Kunt ve Gökçe Yalçın tarafından kurulan Danışmanlık Şirketi.
Söyleşiyi yapan: Hakan Okay, Ağustos 2009