Sayın ÖZBAY ve ANIL sohbetimize hoş geldiniz. Bize biraz kendinizi tanıtabilir misiniz? Hangi okullardan mezun oldunuz? Hangi eğitimleri aldınız?
-Arkan O. ÖZBAY: (Fotoğrafta solda) Ben ilk orta ve liseyi çeşitli -ama gerçekten çok çeşitli (11 değişik okul)- yerlerde okuduktan sonra üniversitede İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü seçtim. Mezun olduğum günlerde gazetelerde “Shakespeare konusunda deneyimli filolog aranıyor.” tarzında bir iş ilanı olmadığından –muhtemelen hala yoktur – neler yapabileceğim konusunda düşünmeye başladım.
Yeteneklerime en uygun meslek olarak reklam yazarlığını belirledikten sonra bu konuda bilgi sahibi de olmak için Marmara Üniversitesi Reklamcılık Bölümü’ne girerek Yüksek Lisans programına devam ettim; ancak bitirmedim.
Derslerin hepsini verdikten sonra tez yazmak zulüm gibi geldi… Aslına bakarsanız hayatını yazarak kazanan biri için garip olsa da reklam dışında bir şey yazmayı hiç sevmem. 17 yaşımdan beri özel klasik gitar dersleri verdiğim için okulu bitirdikten sonra geçim derdim olmadı. Bu yüzden de tamamen sevebileceğim bir iş bulana kadar kapı kapı dolaştım. İyi reklam şirketlerinin yaratıcı bölümlerine girmek zordur. Özellikle de reklam yazarı olarak. Genelde torpil işler… Ben de 6 ay kadar kendi başıma çabaladıktan sonra hekim olan annemin, fiyakalı ajanslardan birinde (RPM Radar) çalışan hastasının torpiliyle junior yazar olarak işe girdim… ve böylece profesyonel kariyerim başlamış oldu. Çalıştığım şirketlerin hemen hepsinde pazarlama, reklam yazarlığı ve strateji başta olmak üzere çeşitli konularda dönemsel eğitimler aldım. Ancak, mesleki bilgi birikimimi büyük ölçüde uzun süredir devam ettirdiğim bir alışkanlığıma borçluyum: Her ay mesleki bir kitap okumak!
–Ali ANIL: (Fotoğrafta sağda) 1963 doğumluyum. İlkokul birinci sınıfın ilk gününde yanımda oturan ve nasıl olduysa birinci sınıfta ikinci senesini geçiren şimdi soyadını hatırlayamadığım Ümit isimli sıra arkadaşımın çizdiği müthiş resimlere hayranlığımla resme bulaştım. Abartısız söylüyorum profesyonel çizimleri vardı. Sezgin Burak’ın Tarkan çizgi romanını onun çizgilerinden izliyordum. İlkokul ve ortaokul yıllarımda koltuğumun altında kalem kağıt gezer oldum. Sonrasında meslek lisesinde teknik ressamlık üzerine eğitim aldım. Yetenek sınavı ile girdiğim Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’ndan 1985 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi adı altında mezun oldum. Üniversite yıllarında illüstrasyonla ilgilenmeye başlamıştım. Bu uğraşım reklam sektörüne girişimi kolaylaştıran bir şey oldu.
İlk iş hayatına bir profesyonel olarak başladığınızı biliyoruz. İlk görevlerinizden söz edebilir misiniz?
-Arkan O. ÖZBAY: Junior olmak zordur. Buradan bütün junior’lara acil şifalar dilerim. Ortalıkta dolaşırsınız. Gerçek hayatla ilgisi olmayan bir sürü akademik şey bilmenize karşın hiçbirine önem verilmez. Bilmediğinizi sormaya korkarsınız. Benim için de aynen böyle oldu. İlk işimde, işe yaradığım tek konu ajansın İngilizce çevirileriydi. Şimdi herkes biliyor ama o zamanlar iyi ingilizce bilmek önemliydi. O yüzden beni hemen işten çıkarmadılar. Sonunda ajans sahibi İrlandalı beyefendinin aklına dahiyane bir fikir geldi ve ayak altında dolaşmayayım diye önüme kütüphanedeki bütün yayınları yığdılar. Yaklaşık dört beş ay boyunca sadece sektörel yayınları, gelmiş geçmiş reklam yıllıklarını ve önemli pazarlama kitaplarını okuttular, yarışmalarda seçilen reklam filmlerini izlettiler. Bu arada çeviriden başka iki satırlık eleman ilanlarını da yazmaya terfi ettim. “Esnek çalışma saatlerine uyum sağlayabilecek…” ve “Prezantabl” ın ne anlama geldiğini o dönemde öğrendim. Reklamcılıkla ilgili bu yayınları okuyup filmleri izlerken bir yandan da Türkiye’de bu işin en iyi yapıldığı kurumların birinin içinde olduğum için (“çalıştığım için” diyemeyeceğim) yavaş yavaş reklamı da öğrenmeye başladım ve göründüğünden çok daha karmaşık ve zor bir işin içine girdiğimi farkettim; ama bir o kadar da keyifli bir işin! Ortalıkta saf saf dolaşan bir junior’a neden tahammül edilemediğini de o arada anlamış oldum. Sonra bir gün, tam “Hey ben bu işi öğrenmeye başladım… artık size daha faydalı olabilirim!” diyeceğim sırada benim için çok daha iyi olacağını söyleyerek tasdiknamemi verdiler. İyi de yapmışlar. 15 gün içinde yine sektörün büyük ajanslarından birine, o zamanki adıyla Grafika Lintas’a çok daha iyi bir şekilde girdim ve ilk filmimi Johnson & Johnson için burada yaptım. Sonrası doğal olarak gelişti… Penajans DMB&B, ddf, Yorum Publicis ve Pars/McCANN ERICKSON’un yaratıcı bölümlerde çeşitli görevler aldım, ulusal ve uluslararası pek çok firma için kampanyaların geliştirilmesine katkıda bulundum.
-Ali ANIL: Reklam sektöründe ilk deneyimim Ajans Letra’da oldu. Kenan Dimetoka ve Onat Kutlar gibi usta isimlerin yöneticisi olduğu zamanının parlak ajanslarından birinde çalışmak bana ilk yıllarımda büyük deneyimler kazandırdı. Bilgisayar teknolojisinin henüz reklam sektörüne girmediği yıllardan bahsediyorum. Yaşımız da iyice ortaya çıkıyor böylece. Ama o dönemin kazançlarını şimdi daha iyi algılıyorum. Taslakların elle çizildiği, dizgi, karanlık oda, pikaj gibi grafiğin olmazsa olmaz unsurlarının kullanıldığı son dönemlere rastlamış olmak ve bugün laptop’larımızın başında o günleri yad etmek çok keyifli geliyor bana. Letra’dan sonra Forum Ajans’ta Sanat Yönetmeni olarak görev aldım. Arkasından Statü ve birkaç büyük ajans ve son olarak Publucis Yorum’da rekor sayılabilecek bir süre Sanat Yönetmenliği görevimi sürdürdüm.
Bu dönemin size ne gibi bir katkısı oldu? Hangi projelerde görev aldınız? Neler yaptınız?
-Arkan O. ÖZBAY: Profesyonel olarak çalıştığım dönemde gerçekleştirdiğim ilk büyük proje Milli Piyango İdaresi için hazırladığımız yılbaşı kampanyasıydı. O dönemde Kreatif Direktör’üm olan Julian Boyce adlı İngiliz’in reklam yazarı kökenli olması benim için büyük avantajdı. Akla gelen her “uçuk” ya da ilginç fikrin iyi bir reklam olamayacağını, iyi reklam fikri için öncelikle Pazarlama’nın çizdiği yol haritasını iyice ezberlemek gerektiğini öğrendim. Sonuçta iyi reklam fikri, pazarlama hedeflerine en iyi hizmet eden fikirdir. Tabii ki bu fikrin bulunması da yetmez. Eğer konu film ise, fikrin iyi bir senaryoya dönüşmesi ve bundan sonra da iyi bir yapım şirketi ve yönetmenle iyi bir reklam filmine dönüşmesi aşamaları vardır ki, bunlar da bildiğiniz gibi son derece çetin süreçlerdir. Konu basın ilanı ya da açıkhava gibi bir şey ise de aynı şekilde iyi bir reklam yazarı ve art direktöre ihtiyacınız vardır; ve eğer kreatiflere neyi nasıl anlatacağınız ya da onların neyi nasıl anlayacakları konusunda bir deneyiminiz yoksa vay halinize 🙂 Profesyonel olarak çalıştığım yıllarda Ülker, Türk Hava Yolları, Algida, Opel, Renault, T.C. Turizm Bakanlığı, Toyota, Coca-Cola, Philips, L’oreal Paris, Arko ve Turkcell gibi çok çeşitli firmalara hizmet verdim. Her yeni projede öncelikli olarak o projeye özel tüketici faydasını en iyi ve etkili şekilde anlatacak yaratıcı fikri bulmak öncelikli hedefimdi. Sadece akıllarda kalmakla yetinmeyip akılları çelen işler yapmak her reklamcının hedefidir! Bu konuda çalıştığım ajanslardaki herkesten –Junior’larımdan da!- çok şey öğrendim diyebilirim. Sonuç olarak hangi pozisyonda olursam olayım, hayatı bir öğrenme süreci olarak görürüm.
-Ali ANIL: Publicis Yorum uluslararası müşterilere sahip sektörün lokomotif ajanslarından biri, hala da öyle. Network’ü olan bir ajansta faydalanacağınız birçok bilgiye daha kolay ulaşabiliyor ve reklamın sadece fikir bulmaktan öte bir iş olduğunu da anlayabiliyorsunuz. Uluslararası markaların stratejilerine uyarak iş üretmek farklı bir disiplin işi. Bir broşür ya da basın ilanının tasarımından, çok mecralı kampanyalara kadar geniş bir skalada her an taze fikirler üretmek ve bunları hayata geçirmekle yükümlüsünüz. Ajans içi toplantılar, müşteri toplantıları, prodüksiyon toplantıları işinizin en büyük parçaları. Tüm bu deneyimleri de Türkiye’nin ve dünyanın hatırı sayılır markalarından Turkcell, Coca Cola, L’oreal Paris, Garnier, Fructis, Tefal, Rowenta, Moulinex, Akbank, THY, Renault ile birlikte yaşayınca kendinize olan güveniniz de artmaya başlıyor.
Reklamcılık sektöründe profesyonel olarak çalışmanın ne gibi avantajları ve ne gibi dezavantajları vardır?
-Arkan O. ÖZBAY: Uzun ve dengesiz çalışma saatleri, tatile çıkmadan önce alınan brief için bilinç-altı çalışmayla geçen “Güya tatiller”, uzun ve sancılı bir dönem sonucu ortaya çıkardığınız “Acaip bi fikrin” müşteri temsilcisi tarafından anlaşılmayıp, dolayısıyla da müşteriye iyi anlatılamayıp çöpe gitmesi ve çöpe giden iyi fikirlerin, çalıştığınız ajansın müşteri ilişkileri politikasına göre %80-90’lara ulaşması reklam ajansında profesyonel çalışmanın kötü yanları diyebilirim… Yani kısaca davulun sizin boynunuzda, tokmağın başkalarının elinde olması. İyi taraflarına gelince… Hmmm… Başta, aldığınız ücret pek çok sektöre göre daha iyidir. Sonra, reklam ajansları – daha doğrusu iyi reklam ajansları – beraber olmaktan keyif alacağınız, çeşitli becerilere ve hayat görüşlerine sahip, dışarda göremeyeceğiniz pek çok ilginç insanın bir arada olduğu yerlerdir. Günlük çalışma temposu içinde muhakkak bir iki ilginç olay, söz, yorum mutlaka olur. Yönetim hiyerarşisi diğer firmalardaki gibi değildir, herkes birbirine ismiyle hitap eder (Patron hariç), kıyafet özgürlüğü büyük bir rahatlık ve mutluluktur. Profesyonel çalışma hayatım boyunca bütün yaz aylarını şort ve sandaletle geçirdim diyebilirim.
-Ali ANIL: Bu sektörde çalışmak için mesleği çok sevmek gerekiyor. Her yeni projede kendinizi bambaşka bir konunun içinde buluyorsunuz. Fikir üretmek için o konu hakkında gerekli gereksiz ayrımına bakmadan ne bulursanız araştırıyorsunuz. Entellektüel biri olmak için ideal meslek yani. Ayrıca esnek çalışma saatleri kavramı en çok reklam sektörü için geçerli bence. İşi içinize sinmeden ertesi güne bırakmak pek mümkün olmuyor. Ajans dışında da beyniniz çalışmaya, üretmeye devam ediyor. Ama mesleği sevip de bunlardan şikayet edene de pek rastlamadım.
Dünyadaki reklam sektörü ile Türkiye’deki reklam sektörünü karşılaştırdığınızda en çok dikkatinizi neler çekmiştir? Sizce Türkiye’de bu sektörde bir ilerleme var mı? Varsa hangi konularda?
-Arkan O. ÖZBAY: Profesyonel dönemimde çalıştığım ajansların yurt dışındaki ofislerine kısa ziyaretler eğitimler vs.ler olurdu. İlk seferinde gerçekten çok heyecanlanmıştık. Bütün o dünyaca ünlü reklamları yaratan süper kreatiflerle tanışacağız, çalışacağız diye. Ancak, gittiğimizde gördük ki onlar da aynı bizim gibi çalışıyor, bizim gibi düşünüyor ve bizimle aynı noktalarda takılıp aynı sorunları yaşıyor. Açıkça söylemek gerekirse yurt dışında (Avrupa ve Amerika’yı kastediyorum daha çok) yapılan işlerin daha iyi görünmesinin bana göre en önemli nedeni şu ki, oradaki firmaların pazarlama bölümü yöneticileri bizim burada karşılaştıklarımızın çoğundan…pek çoğundan… çok daha deneyimli ve bilgili reklam konusunda. Büyük bir otomobil firmasının iki ayrı modelini lanse edeceği kampanya öncesinde hem pazarlama müdürünü değiştirerek yerine İnsan Kaynakları Müdürü’nü getirdiğini(!!) hem de aynı dönemde ajansını değiştirdiğini biliyorum. Ben iyi pazarlama iletişiminin bir takım oyunu olduğuna inandım her zaman. Reklam verenin ve reklam ajansının bütün bireyleriyle yer aldığı bir oyun. Türkiye’de bu takım olayı biraz sözde kalıyor bence. Tanıdığım pek çok kreatifin öncelikli hedefi, işe yarayan çalışmalar üretmekten ziyade spotların altında olmak. Özellikle prodüksiyon alanında çok geliştiğini düşünüyorum Türk reklamcılığının. Bunun da en önemli sebebinin reklam verenlerin iyi prodüksiyonun değerini ve getirisini görmeye başlamaları ve ajanslarını iyi prodüksiyonlar için zorlamalarıdır bence. Aslına bakarsanız, bir ürün ya da hizmetin tanıtımı için çalışırken o projeye hak ettiği zamanı ve emeği verirseniz ve bunu deneyimlerinizle –ve müşterinizin deneyimiyle- iyi harmanlayarak doğru kararları vermek için gerekli çabayı sarf ederseniz, yurt dışında yapılan işlerden hiç de farkı olmayan işler ortaya çıkarabilirsiniz. Ancak, özellikle büyük ajansların hantal yapıları içinde bürokratik ayrıntılardan iş düşünmeye vakit kalmıyor maalesef.
-Ali ANIL: Art Direktörlerin gözünden bunun tek cevabı logo boyutlarıdır. Bu tartışma sektöre girdiğimden beri var ve herhalde hep var olacakmış gibi geliyor. “Logomuzu biraz büyütelim.” İlan olsun, broşür olsun, film olsun fark etmez logo büyüklüğü bu karşılaştırmayı belirleyen en önemli unsurdur hala. Yabancı reklamlarda logo en mütevazı haliyle reklamın bir köşesinde imza olarak durur, bizim markalarımızda başlıkla yarışır. Çünkü yurt dışında asıl olan reklamın “Fikri”dir. Bir ürün ya da hizmetin reklamını yapmakla duyurusunu yapmak birbirinden farklıdır. İyi fikir ürünü sattıran, imajını yükselten aynı kalitedeki rakiplerinden daha yüksek fiyata alıcı bulmasını sağlayan “iş”tir. Tabii bu zor bir iştir ve aynı zamanda süreç meselesidir. Millet olarak tezcanlılığımız burada da kendini gösteriyor ve iyi planlama yapmadan doğru stratejiler üzerinde kafa yormadan her şeyi hemencecik yapıp bitirmek istiyoruz… Reklamcısıyla ve reklam vereniyle… Olmayınca da son çare logoyu büyütelim de bari markamız daha bir göze “Batsın” diye düşünüyoruz. İyi bir reklam fikrinde logoyu mikron boyutunda dahi koysanız tüketicinin gözü onu arar, bulur. Bkz: Amerika ve Avrupa’da yayınlanan Volkswagen reklamları!
Reklam sektörünün iletişim çağında ilerleme kaydetmemesi mümkün değil bence dünya elinizin altında artık. Ama ilerlemeden ne anladığımız önemli. Her ülke kendi tüketicisine, kendi halkının beğenisine göre farklı bir anlayışla fikirler üretir, bunları bir arada yarıştırmak çok doğru olmasa gerek. Reklam sektörü birçok bileşenden oluşuyor. Reklamcı, reklamveren, medya. Bunların hepsi bir arada görevini yerine getiriyorsa ilerleme olabilir. Yoksa reklamcılar en çarpıcı fikirleri zaten buluyor, kendi aralarında ödüllendiriyor ve eğleniyorlarsa bundan ilerleme diye bahsetmek yanlış olur. Yani kısaca ilerleme teknoloji olarak var ama anlayış olarak geriden geliyoruz. Kriz dönemlerinde bu hemen kendini belli ediyor. İlk kesilen harcamalar reklam giderleri oluyor.
Ne zaman ve nasıl kendi işinizi kurmaya karar verdiniz? Nasıl bir araya geldiniz? Hedefleriniz nelerdi?
– Arkan O. ÖZBAY: Ali ile 2000 yılında Yorum Publicis’te tanıştım. Bilirsiniz reklam ajanslarında yaratıcı gruplar iki “ortak”tan oluşur. Reklam Yazarı ve Art Direktör. Ali o zamanlar başkasının Art Direktörü’ydü. Ancak reklam konusunda pek çok noktaya dair ortak bir bakış açımız olduğunu fark ettik. Ali’nin o dönemki ortağı da iyi arkadaşımızdı ve pek çok projeyi birlikte düşünmenin keyfini yaşadık. Daha sonra ben yeni kurulan bir ajansa Kreatif Direktör olarak geçtim. Aradan beş altı yıl ve bir de Pars/McCANN tecrübesi geçtikten sonra, söyleşinin başında sorunuz üzerine bahsettiğim “Reklam ajansında çalışmanın kötü yanları” yüzünden kendi yolumuzu açmaya karar verdik. Büyük uluslararası network ajanslarının tecrübesini, bilgisini ve iş disiplinini, onlar kadar hantallaşmadan, bürokratikleşmeden, müşteri temsilcileri trafiğiyle zaman kaybetmeden sunan, esas olarak “İyi fikre” odaklanan, kreatif’lerin brief’lerini kendilerinin aldığı, fikirlerini ve çalışmalarını kendilerinin sunduğu, savunduğu bir firma olmak amacıyla MARKET İLETİŞİM’i 13 Aralık 2007’de kurduk.
-Ali ANIL: 2000 yılında Arkan ile Publicis Yorum’da tanışıp birçok projede birlikte çalıştık. Sonrasında Arkan başka ajanslarda çalışma hayatına devam etti. Ama ikimizin de evleri Anadolu Yakası’nda ve birbirine çok yakındı, sık sık görüşüyor ve hem ülkenin hem de reklam sektörünün kurtuluşu için bir şeyler yapmamız gerektiği konusunda fikir teatisinde bulunuyorduk. Derken 2007 yılının soğuk bir Aralık günü tüketicilerin ve reklam verenlerin yoğun baskısına dayanamayıp MARKET İLETİŞİM’i kurmaya karar verdik.
İlk kurulma aşamasında ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Bunları nasıl aştınız? Hâlâ uğraştığınız zorluklar var mı?
-Arkan O. ÖZBAY: Olmaz mı?.. Öncelikle mali ve hukuki konuları, muhasebe ve finans ile ilgili işleri çok hafife aldığımızı, kolayca yapabileceğimizi düşünmekle büyük hata ettiğimizi –Allah’tan çabuk- fark ettik. Neyse ki İşletme Yüksek Mühendisi olan ve Finans konusunda Master derecesi bulunan eşim Tülay ÖZBAY bu konuları üstlenerek bizi kurtardı. Ali ile benim tamamen şirketi kurarken hedeflediğimiz “İyi fikirlere değer veren iyi firmalar için…” iyi fikir üretmek ve uygulamak” prensibimize odaklanmamızı sağladı. Kendisi büyük Japon firmalarında yönetici olarak çalıştığından Japonlar’ın yönetim ve iş yapış tarzlarını çok iyi bilir. Bizim küçük firmamızın da bütün idari işleyişinin büyük bir Japon firmasındaki kadar düzenli işlemesini sağlıyor. Her bir müşterimiz için maliyet analizi raporlamalarını yaparak karlılık durumumuzu anlamamızı sağlıyor. İnanıyorum ki pek çok firmanın raporlama sistemi bizimki kadar detaylı değildir. İdari konular dışında ilk başlardaki en büyük zorluğumuz kendimizi –henüz hiçbir işi olmayan bir firma olarak- anlatmaktı. Bu dönemde profesyonel iş hayatımızda gerçekleştirdiğimiz Coca-Cola, Renault, Algida gibi firmalara yaptığımız işlerle anlatmaya çalıştık MARKET İLETİŞİM’i. Halen uğraştığımız zorluklar var… Bilirsiniz reklam ajansları gösterişli yerlerde, gösterişli binalardır. Bizim böyle bir lüksümüz yok şimdilik. Bir reklam ajansının ana sermayesinin çalışanları olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla yatırımımızı da öncelikle bizimle çalışanların en yüksek seviyede memnuniyeti için yapıyoruz. Tabii büyük ajansların şık ofislerine, dergilerdeki şık mekânlara imrenerek bakıyoruz. Ama böyle bir mekanı ancak içinde çalışanlar en yüksek kalitede kreatifler olursa istiyoruz. Bugün maalesef çok havalı binalarda çalışan yeni yetme yaratıcılarla dolu pek çok şirket.
-Ali ANIL: Arkan’ın bahsettiği konular dışında bir zorluk yaşamadık. Aslında Türkiye’de bugüne kadar bir çok ajans ilk kuruluşlarında belirli bir müşteri portföyünü hazırlayıp ondan sonra harekete geçer. Bizim farkımız biraz da burada yatıyor. Ajansı kurduktan sonra doğru stratejilerle doğru yerlere hamleler yaptık. Çok geçmeden ilk sözleşmeli müşterilerimizden ARTronic ve Pancom ile çalışmaya başladık. Arkasından Paro, DHL, FleetCorp ve Kopaş Kozmetik geldi.
Ajansınız bünyesinde “Freelance” çalıştığınız birçok insan var; bize biraz bu konularda bilgi verebilir misiniz? Bu sistemin ne gibi avantajları vardır?
-Arkan O. ÖZBAY: Avantajları çok. Ama avantajlarından önce bu sistemle çalışmanın her firma için uygun olmayacağını baştan söylemek isterim. Ali de ben de yıllarca büyük reklam ajanslarının Yaratıcı Bölümleri’nde çalıştığımız ve pek çok insan yetiştirdiğimiz için sektörde hemen hemen herkesi huyuyla suyuyla tanıyoruz. Kim gerçekten ilginç fikirler üretebilir, kim disiplinlidir, kim değildir, kim hangi konularda iyidir, hangi konularda değildir çok iyi biliyoruz. Bütün bu insanların içinden seçtiğimiz arkadaşlar özelliklerine göre bize büyük yardımlarda bulunuyorlar. Avantajlardan en önde geleni her sektöre göre ayrı bir –örneğin- Art Direktor seçebilme özgürlüğü. Klasik bir ajans gibi yaratıcı ekipleri kadrolu olarak çalıştırdığınızda örneğin 5 ayrı sektör için 5 ayrı Art Direktör’e bütçeniz izin vermez. Başta da söylediğim gibi kaliteli yaratıcıların ücretleri yüksektir. İşine ve disiplinine güvendiğiniz kişilerle ayrı ayrı projelerde çalışmak hem onlar için daha verimli oluyor hem de bizim için. Sonuçta herkese özel ilgi alanları ve yeteneklerine göre iş yönlendiriyoruz. Bu tabii bizim için bir Reklam Yazarı, ya da Art Direktör’ü bünyemizde barındırmaktan daha maliyetli bir durum; ama iş anlayışımız açısından böyle bir çalışmayı daha doğru buluyoruz. Ayrıca herkes evinde ya da keyif aldığı kendi seçtiği bir mekanda çalıştığı için hem çıkan sonuçlar iyi oluyor, hem de sabit giderler minimumda tutuluyor. Bir başka avantaj da herkesin birbirini acil durumlarda yedeklemesi. Örneğin bir arkadaşımız çalışamayacak bir durumda olursa onun yarım bıraktığı çalışmaları hemen bir başkası devam ettirebiliyor. Ayrıca, herhangi bir projeyi teslim ettiğimiz bütün arkadaşlarımız yapabileceklerinin her zaman en iyisini sunmak zorunda hissederler bize. Bilirler ki bir tasarıma ya da senaryoya baktığımızda, o iş için kaç saat kaç dakika çalışıldığını anlayabiliriz. Bilirler ki, eğer potansiyellerinin altında bir çalışma gerçekleştirmişlerse (Bugüne kadar hiç olmadı!) bir dahaki sefere onlar yerine bir başkasını tercih ederiz.
-Ali ANIL: İşin mutfağından gelmenin tüm avantajlarını kullanmaya çalışıyoruz. Uzun yıllar sektörde çalışmanın ve iyi ilişkiler kurmanın sonucu kim hangi işi en iyi yaparın cevabını biliyoruz. Klasik bir Freelance anlayışı değil bizimkisi. Kadronuzda bulunduracağınız iyi bir yazar veya art direktör belli konularda gün gelir tıkanabilir, bu da ajans olarak çekindiğimiz ve üzerinde titizlendiğimiz bir konu. Yeni bir projede çalışacağımız kişiyi işin niteliğine göre kadın veya erkek mi olmalı diye bile ayırabiliyoruz. Bu da bizim dinamik bir yapıda olmamızı sağlıyor.
Şu anda hangi projeler üzerinde çalışıyorsunuz? Yeni hedefleriniz nelerdir?
-Arkan O. ÖZBAY: Şu sıralarda hemen hemen bütün müşterilerimiz aktif. Son olarak Kopaş Kozmetik firması için Miss Alix adlı parfümün lansman çalışmalarını gerçekleştirdik. Fransız Yönetmen Jean Louis CARRASCO ve Dinamo İstanbul ile Miss Alix için başarılı bir reklam filmi çektik. Haziran ayı itibarı ile yayına girdi. Bu bizim için kuruluşumuzdan bugüne en önemli projelerden biriydi. Projeyi başarıyla tamamlamamızda rolü olan herkese, ama öncelikle bu projede bize güvenen Sayın Kemal KARAAĞAÇ’a ve tüm pazarlama ekibine teşekkür ederim. Bunun dışında FleetCorp Türkiye adlı Operasyonel Kiralama Sektörü’nde faaliyet gösteren ve bünyesinde 12.000’den fazla araç bulunduran bir firmamız var. Türkiye’de yeniden yapılanma aşamasında olan bir Kuveyt firması. Önümüzdeki dönemde gerçekleşecek tanıtım faaliyetlerinin planlamasını yapıyoruz şu sıralarda. Bunun dışında rutin birtakım işlerimiz, basın ilanlarımız, katalog çalışmalarımız vs. çeşitli müşterilerimiz için devam ediyor.
-Ali ANIL: En son Kopaş Kozmetik için Miss Alix kampanyasını gerçekleştirdik. Bugünlerde yine Kopaş Kozmetik için ambalaj tasarımı projeleri üzerinde çalışıyoruz.
Bugün ajansınızda ne gibi hizmetler vermektesiniz?
-Arkan O. ÖZBAY: Kendimizi bir tam hizmet ajansı olarak tanımlıyoruz ve çok mecralı kampanyaların yaratılmasından broşür ve katolog gibi çizgi altı işlere, interaktif mecralar için tasarım ve uygulamalardan danışmanlık hizmetlerine kadar pek çok alanda bir tam hizmet ajansından beklenen her türlü hizmeti “İyi fikirlere değer veren iyi firmalar için…” sunuyoruz. Ayrıca yine Market İletişim bünyesinde eşim Tülay ÖZBAY CRM (Customer Relationship Management – Müşteri İlişkileri Yönetimi) danışmanlığı yapıyor, çeşitli konularda firma ve bayi eğitimleri veriyor. Yani aslında pazarlama iletişimi ve kurumsal iletişim alanlarında doğru çözüm ortaklarıyla çalışarak her türlü hizmeti sunabiliyoruz.
-Ali ANIL: Biz tam hizmet ajansı olarak hizmet vermeyi planlamıştık ve bunu da bugüne kadar başardığımızı düşünüyorum.
Pazarlama faaliyetleriniz var mı? Ajansınızı nasıl tanıtıyorsunuz?
-Arkan O. ÖZBAY: Bize göre bir reklam ajansının reklamı gerçekleştirdiği projeler ve hizmet verdiği markaların başarılarıdır. İnternet sitemizde yaptığımız işleri yayınlıyoruz o kadar. Aslına bakarsanız her firmaya hizmet vermek gibi bir uğraşımız da yok. Daha doğrusu böyle bir lüksümüz var diyebilirim. Kendi ofisinde minimum zorunlu sabit giderle hizmet vermenin bir avantajı da bu. Bizimle aynı çizgide olmayan firmalar için hüsranla sonuçlanabilecek projelere baştan girmiyoruz. Bu sayede de internet sitemizin girişinde yazan firma felsefemiz doğrultusunda ilerleyebiliyoruz: “İyi fikirlere değer veren iyi firmalar için…” çalışmak temel prensibimiz. Bunun için de hizmet verdiğimiz iyi firmalar için gerçekleştirdiğimiz iyi işlerin, başka iyi firmalar tarafından da görülmesi yeterli bizim için.
-Ali ANIL: Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz diye düşünüyorum ve ürettiğimiz her işin başka bir işin kapısını aralayacağını düşünüyorum. Yani ajansı pazarlamak için web sitemizin dışında ekstra bir tanıtım faaliyetimiz yok. Havalı bir cevap gerekiyorsa “It’s not what you say, it’s what you do that counts” deyişi, ilginçtir tam karşılığıymış bunun.
Gelecekle ilgili planlarınız nelerdir?
-Arkan O. ÖZBAY: Herkesin çalışmaktan keyif aldığı bir firma olarak büyümeyi planlıyoruz. Hem bizimle çalışanlar için hem de müşterilerimiz için keyifle çalışılan ve dünya standartlarının üzerinde işler yapan, müşterileri ve çalışanları için yararlı bir firma olmayı hedefliyoruz.
-Ali ANIL: Arkan’ın dile getirdiği şekilde çalışarak Türkiye’de ve dünyada iletişim araçlarını en iyi şekilde kullanan, en iyi hizmeti verebilen ajans olmak için uğraşıyoruz.
Kendi işini kurmak isteyen reklam sektöründeki girişimcilere neler tavsiye edersiniz?
-Arkan O. ÖZBAY: Öncelikle şunu söylemek isterim ki bu iş yarım yapılacak bir iş değil. Şunu demek istiyorum: Reklam sektöründe kreatif olarak çalışan pek çok tanıdığımız bize nasıl başardığımızı soruyor. Tam anlamıyla başardık mı?.. Henüz çok erken bunu söyleyebilmek için ancak belli bir yol aldığımız da açık. Cebinizde, çalıştığınız çok uluslu network ajansının havalı kartını taşırken freelance iş yapmak için görüştüğünüz kişilerin tavrıyla, kendi kurduğunuz işin kartını taşırken görüştüğünüz kişilerin tavırları çok farklı oluyor. Özellikle işin bütçesel detayları görüşülürken. Ayrıca yaratıcılık bizim işimizin mutfağı, olmazsa olmazı, ancak, iş disiplini bundan bile daha önemli diyebilirim. Gerçek dünyada alınan ödüller filan hiçbir müşterinin umurunda değil açıkçası. Herkes onun için yaptığınız işin ticari başarısını tartıyor doğal olarak. Bu da sizin başarılı olup olmadığınızı belirleyen temel etken. O yüzden kendi işini kurmak isteyen profesyonellere en önemli tavsiyem reklamcılığın magazinsel yönünü ve keyiflerini bir kenara bırakıp, gerçek anlamda pazarlama iletişimine kendilerini vermeleri ve bu konuda eksikleri varsa tamamlamalarıdır. Bir yerlerde çalışıp bir yandan da kendi işini kurmak bu sektör için sonu hüsranla bitecek bir maceradır diyebilirim. Yarım hamile kalınmayacağı gibi yarım iş de yapılmaz.
-Ali ANIL: Ben kısaca cesaret, çalışkanlık ve sabırlar diliyorum.
Sizi ve çalışmalarınızı tanımaktan çok mutlu olduk, başarılarınızın devamını dileriz.
Söyleşiyi yapan: Hakan Okay, Temmuz 2009