Sayın EROL sohbetimize hoş geldiniz. Bize biraz kendinizi tanıtabilir misiniz? Hangi okullardan mezun oldunuz? Hangi eğitimleri aldınız?
– 1951 yılında Ankara’da nur topu gibi doğdum. Daha doğru dürüst Türkçe öğrenemeden Babamın görevi nedeniyle İsveç Stockholm’e gittik. Mahallede İsveçli arkadaşlarımdan İsveççe, Fransız rahibeler okulunda Fransızca ve nihayet Uluslararası İngiliz Lisesinde İngilizce öğrendim. Ankara’ya döndük. TED Ankara kolejine başladım ve Divan Edebiyatı bile öğrenemeden! Edebiyat Hocamızın bütün itirazlarına rağmen mezun oldum. ODTÜ İşletmeyi kazandım. Yıl 1968. 1972 de İşletme bölümünü kazasız belasız ve copsuz olarak bitirdim. Ver elini İstanbul. İstanbul’da çalışırken ODTÜ de master yaptım. Tabii hemen evlendik. O zaman öyle …iki erkek çocuk ve bu güne geldiiiiiiik…
İlk iş hayatına bir profesyonel olarak başladığınızı biliyoruz. İlk görevinizden söz edebilir misiniz? O zamanlardaki Pazar şartlarını biraz anlatabilir misiniz?
– İş olarak ilk kazığımı Ankara’da 9 yaşında yedim. Maltepe’de Alemdar sineması yapılıyordu. Arkadaşımın babası yapıyordu. Yazın gittik eğri temel çivilerini topladık, düzeltip ona geri satacaktık. Parmaklarımız yara oldu. Annem tetanos olacağız diye kıyametler kopardı ama dinlemedik. Sattık ama paramızı alamadık…
Neyse, Üniversitede üç ayrı projede Öğrenci Asistanlık yaptım. Ama bu sefer akıllandım ve paramı aldım.
İlk doğru dürüst işime okuldan sonra İstanbul’da Mensucat Santral’de başladım. Patron Halil Bezmen. Efsane adam. Ben ise o zaman dünyanın en büyük Mensucat Fabrikalarından biri olan 850 tezgahlı fabrikada IBM 360 gibi bir teknoloji harikası (!) ile üretim planlaması yapıyorum. Halil Bey fırtına gibi. 5 sene çalıştım ve başarılı çalışmalarım sonunda fabrikanın randımanını % 1 arttırdım !! Veeee Halil Bey’e veda ettim. Çok şey öğrenerek oradan ayrıldım.
Pazar şartları mı dediniz? Şart mart yok(!) Tek bir kural var. Ne üretebilirsen, ne zaman üretebilirsen ve kaça üretebilirsen üret, müşterin kapıda hazır. Kuyruk var. Pazarlamaya gerek yok, satıcı olsada olur olmasa da. Tahsilât kadrosu olsun yeter. Cennet gibi bir ortam.
Hatırlasanıza, bir Murat 124 almak için paranızı peşin yatırırdınız, 8 ay beklenir, ne çıkarsa bahtına. Siyah istersin, beyaz gelir. Canın isterse. Vehbi Bey’in torpili olmadan araba alamazdınız!!
Ayakkabı sektöründe çalışmalar yaptığınızı biliyoruz. O dönemdeki çalışmalarını anlatabilir misiniz? Ayakkabının yanı sıra giyim ve aksesuarla da ilgilendiniz; pazara nasıl girdiniz?
– Bir sonraki durakta 27 sene durdum. Vepa. Tekstil ve Kozmetik alanında o zamanların bir numarası. Tam anlamı ile bir aile şirketi. Tahtakale’den başlayarak satıcılığa başladım. Tahtakale’nin bütün sokak ve Hanlarını adım adım taradım. Öğlenleri Borsa Lokantasında döner ve kaymaklı ekmek kadayıfı. Asıl Master tezimi orada verdim.
“Nike” markasını Türkiye’ye ilk getiren şirketin Genel Müdürlüğünü yaptınız; böyle bir markanın Türkiye’ye gelişi nasıl oldu? Ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Distribütörlüğünü yaptığınız Nike’ın ana firmasından ne gibi talepler oldu? Ne gibi yatırımlar yaptınız?
– Reebok o zaman daha kuvvetli. İki gece düşündüm Nike mi Reebok mu? Karar verdi; Nike. Niye mi? çünkü bir reklam filmi var ve reklam filminde Beatles’in “Revolution” şarkısı çalıyor. Sizce yeterli bir neden değil mi?
Distribütörlüğü alması çok kolay oldu. Çok basit. O zaman sadece telex var. Şirkete Patrondan habersiz telex almıştım. İngilizce biliyorum. (O zamanlar bir lisan bir adam!) Telex çektim randevu aldım. Patronu’da yanıma aldım bindik bir uçağa ve Portland’a gittik.
Bir toplantı odasında oturduk. Heyecandan bir paket sigara içtim. Anlattık. “Hıımmm… düşünelim” dediler. Hâlâ ter basıyor, Amerika’da Nike firmasında sigara içerek distribütörlük istiyorsun, olacak şey değil.. Ama oldu. Son sigaramı o seyahatim sonunda İstanbul’a inerken uçakta söndürdüm. Nike’ nin bana böyle de bir faydası oldu…
Nike’nin talepleri bitmedi 15 yıl boyunca her gün bir “İcat” çıkardılar. Harika bir firma, daima ayaktasın gevşemek yok. Daha çok sat, daha iyi ol. Atlanta Olimpiyatlarındaki reklam sloganı müthişti. Olimpiyat komitesi yasakladı. “Gümüş madalya kazanmıyorsun, aslında sen altın madalyayı kaybediyorsun” (You don’t winn silver, you loose gold!) Bakış açısı bu. Düşünsenize “JUST DO İT” sloganını icat eden bu firma…
Bir dönem “Nike” markası altında Türkiye’de üretim yaptırdığınızı biliyoruz. Ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Taklitlerle nasıl savaştınız?
– Evet, 10 yıl süre ile Nike Tekstil ürünlerini lisans altında Türkiye’de yaptık. Taklit etmek çok kolay bir şey: zor olan lisans altında taklit etmek. Aslına uymak çok daha zor bir iş. Ama en iyisini yaptık. Süper bir kadrom vardı. Harika adamlardı. Hâlâ ayda bir görüşürüz. Yemek yeriz. Tek bir kuralımız var, eskilerden bahsetmek yasaktır. Eski ile övünmek yaşlılık belirtisi. Dikkat…
Taklitlerle niye savaşalım ki? Adı üstünde onlar taklit. Yani aslı değil. Satın alan da biliyor. Ne kadar taklit ediliyorsanız, o kadar iyisiniz demektir. Taklit edilmek çok iyi bir şey…
“Nike” mağazaları açma fikri nasıl doğdu? Mağazaları açarken ne gibi avantajlarınız ya da dezavantajlarınız oldu?
– Bir gün Nike’ciler geldi ve dediler ki “Arkadaşlar, sağ olun, markayı oturttunuz, biz seneye kontratınızı uzatmayacağız. Haberiniz olsun bir seneniz var”. Piyasada milyon dolarlık müşterilerden alınmış vadeli çekler var. Yıl 2001. Stoklar, üretim kadrosu vs. Hepsini bir sene içinde gayet güzel bir plan ile tasfiye ettik…
Nike markasına güvendiğimiz için, o andan itibaren distribütör olarak değil, Perakende Mağaza Zinciri kurarak, Nike ile devam etmek istedik ve 18 ayda, 8 Nike mağazası açtık. Hem de 2001 krizinde! Mağaza bulmak kolay oldu…
Böylelikle, daha önce distribütörlüğünü yapmış olduğumuz markanın, artık Türkiye’deki müşterisi (bayisi) olduk ve Perakende Mağazalarımızda, nihaî tüketicilere ürün satışına başladık.
Neden “Nike” ile olan distribütörlük sona erdi? Yola nasıl devam ettiniz?
– Uzun ve acıklı bir hikâye. Ama sonuç olarak kaçınılmaz bir son. Şu anda distribütörlük yapanlara söylüyorum. İşinizi iyi yaparsanız gelip markayı devir alacaklar, kötü yaparsanız zaten alacaklar. Yani kaçınılmaz son. Beklemeyin! Onlar almadan, kendinize bir çıkış yolu bulun. Ya marka ile beraber, ya da ayrı. Distribütörlük kurumu artık bitti. Araya sıkışamayacaksınız haberiniz olsun! Benden söylemesi.
Sonradan çalıştığınız şirketten ayrıldığınızı biliyoruz. Kendi şirketinizi nasıl kurdunuz? Sizi bu karara iten etkenler neler oldu? Kendi işinizde ilk deneyimleriniz neler oldu?
– Vepa maalesef bir aile şirketinde yapılabilecek tüm hataları yaptı. 52 yaşına gelmiştim artık yolları ayırma zamanı gelmişti. Bir sene önceden anons ettim, eski kadrom orada kaldı ve ben, bir sıcak ağustos günü, iyi ve kötü günde beraber olduğum 27 senelik firmamdan ayrıldım ve ertesi gün Bodrum’a gittim. “Ohh be… dünya varmış. Farkında değilmişim!..”
Kendi işinizi kurduğunuzda ne gibi zorluklarla karşılaştınız ve bunları nasıl aştınız ?
– Ben çok iyi bir satıcıyımdır! İnsan ilişkilerim iyidir. Kolay diyaloga girerim. Emlakcılık yapmaya karar verdim. Emlakcılık mesleği genellikle piyasada “Yalancı, dolandırıcı ve sahtekârların” yaptığı bir iş olarak algılanmaktadır; tabii ki dürüst, iyi niyetli, kurumsal çalışan insanlar ve şirketler bu düşüncenin dışındadır. Yani çok iyi bir ortam. Sektörde fark yaratmak kolay olur diye düşündüm. Haklıymışım. Çok kolay oldu. 6 senedir Levent’te CENTURY 21 Platin olarak Emlak Danışmanlığı yapıyoruz.
Kolay oldu aslan gibi iki oğlumla başladık. Eşim çok destek oldu, kısa zamanda sektörün en iyilerinden biri olduk. Oğlanlar çakı gibi. İşi benimsediler. İşlerini iyi yapıyorlar.
Şimdi bir aile işimiz var. Bu sene bir Uluslararası firmadan “Aile şirketlerinin kurumsallaşması” konusunda danışmanlık almaya başladık. Aile anayasasının yazılması, devir teslim işlerimizi planlıyoruz. Bu sene içinde tamamlamış olacağız. Genç nesillere, çocuklara, torunlara, sağlam temellere oturmuş bir kuruluş bırakmak çok önemli. İnsan hatayı birinci gün yapıyor.
Aile şirketlerinin yönetimi konusunda maalesef Vepa’da kötü deneyimler yaşadık. Aman dikkat…
Bugün şirketinizde ne gibi hizmetler vermektesiniz? Şirketler size ne gibi taleplerle geliyorlar veya siz yaptığınız çalışmaları nasıl sunuyorsunuz?
– Çok temel olarak iki konuda çalışıyoruz. Lüx konut ve ticari gayrimenkullerin satış ve pazarlaması ve toplu konut projelerinin birinci günden satış ve pazarlama, stratejik planlarının oluşturulması konusunda danışmanlık ve projeye göre istenirse uygulama. Başarılı çalışmalarımız oldu. Ortam çok uygun.
Bundan sonrası için çok önemli büyüme planlarımız var. Üç ana konuda atılımlarımız olacak. Artık olgunlaştık. İşimizi öğrendik. Yetmiyor… Büyümek lazım…
20 kişilik muhteşem bir kadroya sahibiz. Eğitim politikamız çok üst düzeyde. Cem Yılmaz’ın kulakları çınlasın. “Eğitim Şart!” Gerçekten şart. Bizde, işe başlayan iki ay süreyle temel eğitim alıyor, ondan sonra sürekli eğitim. Ölene kadar değil ama, bayıltana kadar eğitim. “Eğitim Şart!” ben buna inandım…
Pazarlama faaliyetleriniz var mı? Şirketinizi nasıl tanıtıyorsunuz?
– CENTURY 21 Markası dünyanın en büyük uluslararası emlak danışmanlık şirketi. 86 ülkede 8.000 den fazla ofisi ve 145.000 danışmanı var. Bütün dünyanın gayrimenkulleri bir tık mesafede. Çok büyük bir network ile çalışıyoruz. Florida’dan veya Londra’dan ev almak isteyen, Levent’e biz e gelsin…
Gelecekle ilgili planlarınız nelerdir?
– Şirket olarak önümüzdeki beş yılda üç ana konuda büyüme hedefimiz var:
150 danışmanı olan bir Emlak Danışmanlık şirketi olmak istiyoruz.
AVM (Alış Veriş Merkezleri) iyi ve kötü günde yapılacak çok iş var.
Yabancı fonların Türkiye’de yatırım yapmalarında danışmanlık yapacağız. Buna başladık bile!..
Kendi işini kurmak isteyen girişimcilere neler tavsiye edersiniz?
– Hemen şimdi. Bekleme. Yapmaya başla. Ne kaybedersin. Kaybetsen bile kazanırsın. Gençsin. Atı alan Newyork’u geçiyor!! JUST DO IT !!
Sizi ve çalışmalarınızı tanımaktan çok mutlu olduk, başarılarınızın devamını dileriz.
Söyleşiyi yapan: Hakan Okay, Haziran 2009