Sayın HATTAP sohbetimize hoş geldiniz. Bize biraz kendinizi tanıtabilir misiniz? Hangi okullardan mezun oldunuz?

– 1966 yılında İstanbul’da doğdum. Ataköy’de büyüdüm ve 1983 yılında Ataköy Lisesini bitirdim, aynı yıl Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümüne girdim ve 1987 yılında mezun oldum. Diplomam başarılı diplomalar arasında sergilendi, zaten okumaya devam etme arzum çok fazlaydı, yüksek lisans yapmaya karar verdim. Birkaç bölüm yapmam için ısrar etti ama ben Restorasyona çok büyük ilgi duyduğum için bu bölümü tercih ettim ve 1990 yılında yine YTÜ Mimarlık Fakültesi Restorasyon Ana Bilim Dalından Türk Evinin Çağdaş Yaşama Adaptasyonu konulu tezi yaparak mezun oldum.

İş hayatına nerede başladığınız? Bize şantiye dönemdeki deneyimlerinizi anlatabilir misiniz?

– İş hayatına henüz üniversitenin ilk yılında belediyede staj yaparak başladım, daha sonra da tüm öğretim hayatım boyunca hocalarımın yanında çalıştım, dersler bitince büroya giderdim. İlk ve uzun dönem çalıştığım hocam Dr. Mehmet Alper Kız Kulesi Restorasyonu da dahil birçok eseri olan bir mimardır, aslında restorasyonun önemini anlamam ve çok sevmem bu dönemde olmuştur. Prof. Dr. Nevzat İlhan hocam ile ise şantiyeye adım atmış oldum.
Daha sonra bu alanda çok tanınmış Tuncay Çavdar, Hasan Mingü gibi mimar ve iç mimarların bürolarında çalıştım.

Bu dönem size neler kazandırdı? Bugün bu deneyimlerden yararlandığınız oluyor mu?

– Hocalarımın deneyimlerinden faydalanmak vizyonumu çok genişletiyordu, hem teoride öğrendiklerimizi pratikte görebiliyor, hem de yeni gelişmelerden, malzemeden, uygulamadaki detaylardan haberim oluyordu, bugün ders anlatırken hala o dönemden yararlanabiliyorum.
Daha sonra çalıştığım mimarlık bürolarında şantiye tecrübesi ile kendimi daha çok geliştirdim, Hasan Mingü’nün bürosunda işe başladığımda iç mimarlıkla ilgili fazla bilgim yoktu, fakat orada çalıştığım 3,5 yıl boyunca iç mimarlık bölümünü bitiren bir öğrenciden çok daha fazla bilgi ve deneyim sahibi olmuştum. Bir de burada zamanla yarışmayı öğrendim, Garanti Bankası’nın Maslak’taki eski merkez binasının 12 katının şantiye sorumluluğu bana verildiğinde çok heyecanlandım. Beymen adına Hasan Mingü – Midek şantiyeyi yürütüyordu. Burada ustalar, işçiler bir dediğimi iki etmiyorlardı, çalışanlara bağırmadan kibarlık ve rica ile de şantiyenin yürüyebildiğini tersini savunan insanlara ispatladığım için mutluydum.
Şantiye keyifli ama çok stresli bir ortamdı, dediğim gibi devamlı zamanla yarışıyorduk. Benim en heyecanlı şantiyem ise Cumhurbaşkanlığı Huber Köşkü idi. O zaman yine Beymen adına 1993 yılında iç mekan düzenlemesini yapıyorduk ve dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve eşi Nazmiye Hanım İstanbul’a gelecekler ve burada kalacaklardı. Beymen’de çalışan konuyla ilgili bir hanım yaşımın küçük olduğundan bu sorumluluğu bana verdiği için Hasan Mingü’ye endişelerini dile getirdi, ama Hasan Bey bana güvendiğini söyledi, ben de o güveni sarsmadım ve Sayın Süleyman Demirel ve eşi Nazmiye Hanım köşkü ziyarete geldiklerinde memnuniyetlerini belirttiler, bir şantiyede böyle mutlulukla bitti. Tabii, bazı aksilikler olmuyor değildi, örneğin bu şantiyede düştüm, İstinye Devlet Hastanesi Acil Bölümüne kaldırıldım, bileğim burkuldu, bunlar da işin cilveleriydi.

Üniversiteye neden geçtiniz? Bu kararı almanızda en büyük etken neydi?

– Akademisyenlik, bildiklerini paylaşma isteği içimde her zaman vardı, yüksek lisans yaparken bazı hocalarım üniversitede kalmamı istediler, ama benim istediğim bölümde kadro yoktu, bugün düşününce iyi ki böyle olmuş diyorum, çünkü okuldan mezun olur olmaz akademisyen olsaydım, pratikte çok fazla tecrübem olmayacaktı ve öğrencilerime daha az faydalı olacaktım.
Akmerkez Beymen şantiyesinde çalışırken, bu arzumu bilen bir arkadaşım Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne araştırma görevlisi alınacağını duyuran gazete ilanından bahsetti, ben çok ümitsizdim, çünkü bu okuldan mezun değildim. Ancak, 3 aşamalı sözlü ve mülakatlı sınavdan sonra akademik hayatıma 29 Nisan 1994 yılında başlamış oldum. Daha sonra Yapı Fiziği ve Malzeme bilim dalında doktoraya başladım ve anıtsal yapılarımızda çok kullanılan taş malzemenin onarımı için yerinde uygulama yapmadan önce ön deneylerin yapılabileceği Koruyucu Performansı Test Cihazını yaptım, cihaz ulusal buluş yarışmasında sergilenmeye layık ilk 8 cihaz olarak seçildi ve belge aldı.

Bize biraz bölümünüzü anlatabilir misiniz?

– Bölümümüz Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversite’ne bağlı Meslek Yüksekokulu bünyesinde iki yıllık (4 Yarıyıl) eğitim veren ön lisans programıdır, 1986 yılında Mimari Restorasyon Programı olarak açılmıştır. Öğrencilerimize koruma bilincini aşılamak ve bu konuda eğitim vermek en büyük amacımız. 2006 yılından beri program başkanlığını yürütüyorum en büyük hedefim mezunlarımızın kendi alanlarında başarıyla çalışması ve bu okulun yurt dışındaki örnekleri gibi en az 3 yıla çıkartılması, mezunlara istihdam alanlarının artması.

Buradan mezun olan öğrenciler, meslek olarak neler yapabilirler?

– Programımızdan ‘Restorasyon Teknikeri’ yani ara eleman mezun ediyoruz, mezunlarımız mimarlık bürolarında, şantiyelerde ve özellikle restorasyon uygulamalarında, belediyelerde çalışma imkanı bulabilmekte, bir kısmı da burayı basamak olarak görerek, mimarlığa geçiş yapmaktadır, fakat bu programımızın çok tercih ettiği bir durum değildir, bu durumda hedefimizden şaşmış oluyoruz, ülkemizde ihtiyaçtan fazla mimar vardır, asıl hedefimiz sektörde açık bulunan ara eleman ihtiyacını karşılamaktır.

Üniversitede hocalık yapmak nasıl bir duygu? Öğrencilerinizle iletişiminiz nasıldır?

– Muhteşem bir duygu, insanları, paylaşmayı çok sevdiğim için tam da gönlüme göre bir işim olduğunu düşünüyorum. Özellikle gençleri çok seviyorum, bir şeyler öğretirken onlardan da sürekli bir şeyler öğreniyorum, çağı daha kolay yakalıyorsunuz ve ruhunuz her daim genç kalıyor, öğretmenin mutluluğu ise kelimelerle anlatılmaz, eğlenerek öğretmek ise temel prensibim.
Öğrencilerle iletişimim çok iyi, onları çok sevdiğimi biliyorlar, yıllar sonra mezun olup, arkadaşım olan, özel günlerimi kutlayan pek çok öğrencim var. Yıllar içinde ablalarıydım, şu an için anneleriyim ve uzun süre anneanneleri konumuna geçmemeyi umuyorum.

Öğrencilerinize meslek eğitimleri dışında ne gibi kazanımlar sağlamaya çalışıyorsunuz?

– Onlara aslında hayatı, dürüstlüğü, saygıyı, insan sevgisini, toplumsal yaşam kurallarını, mesleki başarı anahtarlarını öğretmeye çalışıyorum. İş hayatında başarılı olmuş insanları – ki siz de onlardan biri olarak, bizde bir seminer vermiş ve deneyimlerinizi paylaşmıştınız, burada tekrar teşekkür ederim- davet ederek onlara gerçek hayattan aktarım yapmak, vizyonlarını geliştirmek istiyorum, kendim yurt dışında mimari ve koruma alanında araştırmalar yapıyorum ve onlara da bunları anlatıyorum, onlarla yurtiçinde (imkânlar olsaydı yurtdışı da isterdim) geziler yaparak tarihi ve kültürel değerlerimizi yerinde tanıtıyoruz, şimdi hedefim öğrencileri yurt dışına staja göndermek, bu sene bir kişi Erasmus1 kapsamında gidecek, bu sayıyı arttırmak istiyorum, Avrupa birliği projelerine davet edildim ve yabancı ülkelerle ortak Leonardo da Vinci Projesi2 teklifi hazırladım sonucunu bekliyorum, böylece standardımızı yükseltmek istiyorum,
Ayrıca, yeni dönemde kendilerinden gelen talep üzerine doğal taş sektörü ile bir işbirliği içine giriyoruz ve hedefimiz öğrencilerimizin istihdam alanını genişletmek. Yine bu sektörden ve üyesi olduğum Tarihi Türk Evleri Derneğinden öğrencilerimize karşılıksız burs temin etmek istiyorum, daha önceki yıllarda Tarihi Türk Evleri Derneğinden burs alabildiler, bu sene de İMMİB (İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birlikleri) burs sözü verdi.

Ülkemizde restorasyon için çok geniş bir potansiyel bulunmaktadır; sizce bu potansiyel yeteri kadar değerlendiriliyor mu?

– Haklısınız, ülkemiz bu açıdan çok zengin, bu potansiyeli şu anda değerlendirdiğimiz söylenemez, belediyelerin bu konuda girişimleri var, fakat tam olarak yeterli değil, bizdeki bürokratik engeller ve işin her zaman ehli kimselerce yapılmaması hem mal sahibini zorlamakta hem de bu konuda geri kalmamıza neden olmaktadır. Tarihi eserlerimiz, anıtsal yapılarımız gün geçtikçe yok olmaktadır. Oysa, bunlara sahip çıkmak ve gelecek nesillere aktarmak hepimizin sorumluluğundadır.

Restorasyonla ilgili yurt dışında olan ve bizde henüz yapılmayan ne gibi çalışmalar bulunmaktadır? Mevzuatlar bu çalışmalar için yeterli midir?

– Yurt dışında koruma bilincinin halka inmesi en önemli gelişme sebebidir, bizde hâlâ bireysel düşünce mevcuttur, geçmişini bilmeyen ve sahip çıkmayan geleceğini oluşturamaz düşüncesi henüz yaygın değildir, oysa mimari eserler ve tüm sanat eserleri yapıldıkları dönemi yansıtır ve bize fikir verirler.
Yurt dışına gittiğimizde sürekli restore edilmiş tarihi eserleri ve bunların periyodik bakımlarının yapıldığını görüyoruz.
Yapılan örnekleri araştırdığımızda Roma’da bir çeşme için bile aylarca araştırma ve ön deneyler yapıldığını, birçok alanda uzman kişilerin tek bir iş için orada çalıştığını, mimar, mühendis, restoratör, kimyager ve biyologların işbirliği içinde olduğunu görüyoruz.
Bizdeki mevzuatlar da genelde işin çok uzamasına neden oluyor ve daha önce söylediğim gibi bürokrasi çok yavaş ilerliyor, bazen yapılan restorasyonlar geri dönüşümsüz hatalara yol açabiliyor ve ne yazık ki bizde henüz tam olarak bu konuda standartlaşma gerçekleşmedi.
Mevzuatlar ve bürokrasi ise işin bezdirici tarafını oluşturuyor, bu konuda da daha net ve kısa süreli çözümler bulunmalı ve finansal destek artırılmalıdır.

Sizce restorasyon işinin ülkemizde gelişmesi, ülkemize ve ekonomimize ne gibi katkılar sağlayacaktır?

– Hollanda’nın Başkenti Amsterdam’ın 750.000 Nüfusu var ve yılda 3,5 Milyon turist çekmesi, 51 müze ile 6.800 tarihi eve sahip olması bence bu sorunuzun en net yanıtı olacaktır.
UNESCO’nun ‘İstanbul’un Kültür Mirası Tehdit Altında’ (10/07/2004, News.com) başlıklı aşağıdaki haberini okursak durumumuz daha da net anlaşılacaktır sanırım:
“Birleşmiş Milletler Kültür, Eğitim ve Bilim Örgütü, UNESCO’nun Kültür Mirası Koruma Komitesi, 8 Haziran – 7 Temmuz 2004 tarihleri arasında, Çin’in Suzhou kentinde toplandı. Toplantıda, İstanbul’a tarihi eserlerini koruması için iki yıl süre tanındı. Bu süre içinde ilerleme sağlanmazsa İstanbul, ‘Tehdit Altındaki Dünya Mirası’ listesine alınacak, bu da turizm gelirlerinin azalmasına yol açacak.”
İstanbul, 1985 yılında Kültür Mirası Koruma Komitesi’nin kararıyla Dünya Mirası listesine dahil edilmişti. Çarpık yapılaşma ve tarihi eserlerin iyi korunmamasından dolayı, toplantıda İstanbul’un ‘Tehdit Altındaki Dünya Mirası’ listesine alınması gündeme geldi. Bir kentin tehdit altında olduğu saptandığında gerekli adımlar atılmadığı takdirde, bu kent Dünya Mirası listesinden çıkartılıyor. Ancak, Komite, Türkiye’ye gerekli iyileştirmeleri yapmak için iki yıl süre tanıdı ve 2006 yılındaki toplantısında İstanbul’un durumunu tekrar ele almayı kararlaştırdı. Bu süre zarfında Türkiye’nin konuyla ilgili ilerleme raporu vermesi bekleniyor.
Bu süre 2008 Mayıs ayına kadar uzadı, belediyeler bu konuda çalışmalar yaptı, hatta KUDEB (Koruma Uygulama Denetim Bürosu) beni davet etti ve kursiyerlerine ahşap dersi vermemi istediler, dersten sonra beraber Zeyrek’te yaptıkları uygulamaları gezdik, ders anlatırken ve gezerken resimler çekildi, bunları UNESCO heyetine göstereceklerini söylediler, daha sonra göstermişler heyet bunları çok olumlu bulmuş ve 8 Temmuz 2008 tarihindeki Nethaber.com’daki habere göre Bir süre önce Francesco BANDARİN başkanlığında İstanbul’a gelerek 5 günlük bir inceleme yapan UNESCO Dünya Kültür Mirası Komitesi dün Kanada’nın Quebec kentinde toplandı. Komitenin ziyareti sırasında hazırladığı rapor masaya yatırıldı. İstanbul’dan ayrılmadan önce olumlu konuşan heyet, raporunda olumlu gelişmelere olduğu kadar olumsuzluklara da dikkat çekti.
Süleymaniye’de yaklaşık 200 sivil mimarlık örneği tescilli eserden 8 tanesinin dozerlerle yıkıldığı belirtilen raporda, Fatih Belediyesi tarafından Sulukule’de yapılması planlanan kentsel dönüşümün Romanları yerlerinden edeceği öne sürüldü. Heyetin raporunda ayrıca Haliç’e yapılması planlanan metro köprüsünün tarihi yarımadanın siluetini etkileyeceği de yer aldı. Komite İstanbul’u Dünya Kültür Mirası listesinden çıkarmayarak çalışmaların tamamlanması için bir yıl ek süre verdi. Komite, 1 yıl sonunda gereği yapılmazsa İstanbul’u Dünya Kültür Mirası listesinden çıkartarak ‘Tehlike altındaki kültür mirası’ listesine almayı karara bağladı.
Anlayacağınız uzatmaları oynuyoruz, eğer bu süreci başarıyla atlatıp, restorasyon konusunda ciddi adımlar atarsak, eminim zaten oldukça ilginç bulunan ve doğu-batı sentezinin olduğu tek yer olan ülkemiz çok daha fazla ziyaretçiye sahip olacak ve ekonomiye önemli katkılar sağlanacaktır.

Bu meslek için yetişen öğrencilere, halen bu meslekte çalışanlara ve bu sektör içinde bulunan girişimcilere neler tavsiye etmek istersiniz?

– Bu mesleği seçen öğrencilerin, meslek liselerinin ilgili bölümlerinden sınavsız olarak zorunlu geçtikleri için değil de önceki yıllardaki gibi gerçekten isteyerek, bilinçli tercih yaparak gelmelerini çok arzu ederim, çünkü o zaman bölümün değerini daha iyi biliyorlar, daha hevesli oluyorlar. Bence mesleklerinin önemini kavrasınlar ve bu konuda kendilerini geliştirsinler, tüm dünyada teknik eleman çok değerlidir ve bizde de son yıllarda çok ihtiyaç duyulmaktadır, bu açığı kapatmak için onlara çok büyük iş düşüyor.
Halen bu meslekte çalışanlara dünyadaki yenilikleri takip etmelerini ve restorasyon yaparken çok sorumlu davranmalarını, ön deneyler olmadan uygulama yapmamalarını ve konularında uzman kişilerle işbirliği içinde çalışmalarını önerebilirim. Sektör içindeki girişimcilere ise işin kolayına kaçmadan biraz önce bahsettiğim gibi yenilikleri takip ederek, koruma bilinci ile çalışmalarını ve bu meslekte yetişen öğrencilere imkân tanımalarını, onlardan yararlanmalarını tavsiye edebiliri,- tabi bu işi gerçekten ciddiye alarak yapan kimseler de var, bu öneriyi onları tenzih ederek yapıyorum-. Yapılan restorasyonların periyodik bakım ve onarımı da süreklilik için gereklidir, bunu da göz ardı etmemelerini dilerim.

Bu değerli bilgiler ve katılımınız için teşekkür ederiz.

Açıklamalar:
(1) Erasmus, öncelikle “üniversite öğrencisinin uluslararası hareketliliğini” öngören bir yüksek öğretim programıdır. Avrupa Birliği tarafından finanse edilen bu program yüksek öğretimde üniversiteler arası iletişimi geliştirmeyi ve Avrupalılık boyutunun arttırılmasını öngörür. Bu doğrultuda Erasmus programı, Avrupa üniversiteleri arasında ülkelerarası işbirliğini teşvik etmek amacıyla öğrencilerin ve eğitimcilerin karşılıklı değişimini sağlamayı ve Avrupa Birliği ülkelerindeki çalışmaların ve alınan derecelerin tanındığı ortak bir platform oluşturmayı hedeflemektedir.
(2) Leonardo da Vinci Projesi, Organizasyon ve içeriği Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin sorumluluğunda olan Leonardo da Vinci programı ile AB’ne üye ve aday ülkelerin mesleki eğitime yönelik politikalarını desteklemek ve geliştirmek için yürütülen bir programdır. Bu program; ülkeler arası işbirliğinin kullanılarak mesleki eğitim sistemleri ile uygulamalarında kalitenin geliştirilmesini, yeniliklerin teşvik edilmesini ve Avrupa boyutunun yükseltilmesini amaç edinmiştir. Leonardo da Vinci programının ikinci aşaması, Topluluğun mesleki eğitim alanında yirmi yıldır gerçekleştirmekte olduğu eylemin devamıdır. Programın birinci aşamasının hedefleri doğrultusunda ikinci aşamada da Üye Devletlerin mesleki eğitimin kapsamı ve organizasyonu konusundaki sorumluluğuna, kültürel çeşitliliğe ve dil çeşitliliği dikkate alınarak gerçekleştirdikleri eyleme destek olmaya çalışılmaktadır. Bunun için mesleki eğitim alanındaki ülkeler arası işbirliği projeleri finanse edilmektedir. Mesleki eğitime yakın alanlardaki projelere destek sağlayan diğer Topluluk programları ve girişimleri de bulunmaktadır. Komisyon ve Üye Devletler Leonardo da Vinci programı ile bu programların birbiriyle tutarlı ve birbirini tamamlayıcı olmasına dikkat etmektedir. İstihdam konusundaki talimatlarda belirtilen öncelikler de göz önünde tutulmaktadır. Komisyon, Topluluk sosyal ortaklarıyla müştereken sektörel düzeydeki çalışmalar dahil Avrupa sosyal diyaloğu ile işbirliğini geliştirmeye çalışmaktadır.

Söyleşiyi yapan; Hakan OKAY, Ağustos 2008.