23 Kasım 2012

2007 yılından beri dünyada BRIC ülkeleri konuşulmaktadır. O yıllarda ekonomi otoriteleri geleceğin en parlak ülkelerinin BRIC ülkeleri, yani Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin olacağını ifade etmişlerdir. Aynı dönemde Euro Bölgesinde bir resesyon yaşanıyor ve takip edecek yıllarda da bu ekonomik krizin derinleşeceği dile getiriliyordu. Yine de hiç kimse, Avrupa’daki ekonomik krizin bu kadar ağırlaşacağını, bazı ülkelerde ekonominin durma, hatta gerileme noktasına geleceğini, bazı ülkelerin iflas etme riskine bu kadar yaklaşacağını ve işsizlik oranının %25’lere kadar çıkacağını tahmin etmemişti. Bugün geriye bakıp, Avrupa’daki ekonomik çöküşün nedenlerini bulmak tabii ki çok kolay. O yıllarda Türkiye için söylenen söz ise, “Eğer Türkiye %10 + %10 + %10 formülünü yakalarsa, 2050’de dünyadaki ilk 10 ekonomi arasına girebilir” şeklindeydi. Yani, %10 ekonomik büyüme, %10 enflasyon ve %10 işsizlik oranlarını tutturmamız ve istikrarlı bir şekilde korumamız bekleniyordu. Bu formül, belki bu şekilde gerçekleşmiyor, ama geçen 2 yıla baktığımız zaman, bazı oranlarımızın öngörülenin çok uzağında olmadığını söyleyebiliriz. Zaten ekonomik derecelendirme kuruluşları da, bu paralelde, geç de olsa Türkiye’nin kredi notunu bu yıl arttırmışlardır.

 

Peki BRIC ülkeleri şimdi ne durumda? Bu konuda “BRIC ülkeleri eskisi gibi değil” diye bir düşünce oluşmuştur. Oysa dünyanın dengesini değiştiren bu dört ülke, AB ülkeleri ekonomik kriz yaşarken, tabii ki boş durmadılar:

———-

  • İlk önce azalan Avrupa siparişleri ve sevkiyatları yerine, başta Ortadoğu ve Balkan ülkeleri olmak üzere yeni pazarlar buldular.
  • Çin’de devlet her üreticinin üretiminin belli bir yüzdesini iç pazara vermesini şart koştu.
  • Önce Batılı markaları, sonra şirketleri satın almaya başladılar,  yani dünya pazarına kısa ve kolay yoldan giriş yaptılar. Başka bir deyişle; yeni marka yaratmak için zaman ve emek harcamak yerine -ki bunlar harcansa bile sonunda “Marka” olabilmenin riskini göz ardı etmeyen- bu ülkeler, direkt olarak, dünya pazarında tanınmış ve bilinirlik oranları yüksek markaları satın aldılar ve halen de satın almaya devam etmektedirler.
  • Türkiye’dekiler de dahil olmak üzere, dünyadaki tüm fuarlara katıldılar ve kendi KOBİ’lerine ihracat yollarını açtılar.
  • Kendi uzmanlık alanlarında, bilgi ve deneyimlerini arttırmanın yollarını aradılar. Örneğin, Çin üretim, Rusya ve Brezilya hammadde, Hindistan ise yazılım ve hizmet konularında uzmanlaştılar. Örneğin; bugün Batılı ve Amerikan şirketlerine ait “Call Center”larının büyük bir kısmının Hindistan’da olduğu bilinmektedir.
  • “Marka”nın önemini fark ederek, bir yandan da kendi markalarını dünya pazarına vermenin yollarını aradılar.
  • Brezilya, sahip olduğu doğal kaynaklardan elde ettiği hammaddelerle oluşturduğu ürünleri, özellikle ABD ve Kanada olmak üzere tüm dünyaya satmaya başladı.
  • Hindistan, otomotiv sektöründe ciddi yatırımlar yaptı; ayrıca bir Hint otomobil markasını dünya pazarına sundu.
  • Rusya ise, akaryakıt zincirlerine yatırım yapıyor ve doğal gazda ise halen dünyanın en büyük kaynaklarına sahip. 

Direkt olarak ekonomik bir hamle olmasa da, Çin ve Rusya’daki okullarda başlatılan İngilizce eğitim seferberliği göz ardı edilmemelidir.

Çin’de 2003 yılında inşasına başlanan ve bu yıl tam kapasiteye ulaşan, Yangtze nehri üzerindeki Üç Boğaz Barajı, 22,5 milyon kilowat kapasitesiyle 15 nükleer santral gücüne sahip. Bilindiği gibi bu barajın inşası için 1,4 milyon insan başka yerlere taşınmış ve 22, 5 milyar dolara mal olmuştu.

Ayrıca Çin’in Afrika’daki ekilebilir alanları satın alması, gelecekte yaşanacak bir kıtlık veya halen Çin ordusunun posta güvercinlerini beslemesi de, siber bir afette haberleşme ağının kesilmesine karşın, öngörülen tedbirler niteliğinde.

Bir yanda Avrupa’da İspanya ve Yunanistan yeni gelir kaynakları bulmak için, yabancı ülke vatandaşlarından ev satın alana sürekli oturma izni vermek için girişimlerde bulunmaya çalışmakta ve bazı AB ülkeleri yeni ekonomik tedbirleri gündeme almaktadırlar. Diğer tarafta ise başta Çin olmak üzere, BRIC ülkelerinin yapmış oldukları ekonomik hamleler ve sahip oldukları doğal kaynakları en efektif bir biçimde kullanmaları, ileride dengeleri daha da değiştireceğinin işaretlerini vermektedir.

Bu iki dünya arasında son derece stratejik bir coğrafi konuma ve ekonomik işbirliği, yatırım yapmak üzere bir cazibe merkezi durumuna gelen Türkiye ise, bundan sonra yapacağı stratejik planlamalar ile her iki taraf için iyi bir iş ortağı olmaya aday.

Batılı ülkeler, Türk yatırımcılar için bir yanda şartları kolaylaştırmakta veya Türkiye’ye yatırım için araştırmalarını sürdürmekte, bir yandan da Türk turistler için kolay vize olanakları sunmaktadırlar. Bilindiği gibi, otomotiv (Hafif ticari araç), elektronik (TV ve DVD) ve beyaz eşya üretiminde Avrupa’nın en büyük üretim merkezi Türkiye’dir.

Uzak doğu ülkeleri içinse, Türkiye hem önemli bir pazar, hem de Avrupa’ya en yakın lojistik merkezi olma durumundadır. Blok üretimlerin uzak doğu ülkelerinde, “Niş” veya özellikli ürünlerin üretimini ise Türkiye’de gerçekleştirilmesi üzerine planlar yapılmaktadır.

Orta doğu ülkeleri içinse, Türkiye, İsviçre’den daha güvenilir ve cazip bir finans merkezi olmuştur. Bir yanda ülkemize giren orta doğu parası, diğer yandan gayrı menkul ve otel yatırımları dikkat çekmektedir.

Özetle, daha dengeler oturmadı; Türkiye’nin bu yeni oluşumda, BRIC ülkeleri ile ekonomik işbirliği yapması akılcı bir yol olarak görünmektedir.

————

Sevgilerimle,

———–

Hakan Okay