22 MART 2011 TARİHİNDEKİ TÜSİAD YÜKSEK İSTİŞARE KONSEYİNDEKİ KONUŞMA
TÜSİAD’ın Değerli Üyeleri, Sayın Konuklar, Sayın Medya Mensupları, Yüksek İstişare Konseyi Başkanlık Divanı adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime, Japonya’da yaşanan büyük felaketler zincirinden duyduğumuz derin üzüntüyü dile getirerek başlamak istiyorum. Felaketin boyutlarının büyümemesini, Japon halkının yaralarını bir an önce sarabilmesini diliyorum.
Derneğimiz bu yıl, 40 yaşını tamamlamış olmanın kıvancını yaşıyor. Kurucularımızın, başkanlarımızın, yönetim kurullarımızın, yönetici ve profesyonel kadrolarımızın ve tabii, üyelerimizin özverili, istekli, güçlü katkıları olmasa, böylesine başarılı bir kırk yıl geçiremezdik. Katkıda bulunan herkese şükranlarımızı sunuyoruz.
Hem dünyada hem de bölgemizde ülkemizi yakından etkileyecek ekonomik – siyasi gelişmeler ve yeni risk alanları oluşuyor. Özetle;
• 1929 Büyük Buhranı’ndan sonra dünyanın yaşadığı en büyük ekonomik daralmanın ardından 2009 ortalarında başlayan toparlanma hala kırılgan bir şekilde devam ediyor.
• Finansal sistemin çökmemesi için gelişmiş ülkelerin devreye soktukları kamu fonları, dünya ekonomisini uçurumun kenarından döndürdü. Ama bütçe dengelerinde de ciddi bozulmalara yol açtı. ABD ve AB ekonomileri, bütçe açıklarını ve kamu borç stokunu makul sınırlara çekmek için daraltıcı bütçe politikaları uygulamak zorunda kalacaklar. Bu da gelişmiş ülkelerin büyüme hızını yavaşlatacak.
• Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki olaylar yeni siyasi gelişmelere yol açacağı gibi ekonomik dengeleri biraz daha bozacak. Petrolde % 60’ın üzerinde, gıdada %30’a varan fiyat artışları söz konusu. Emtia fiyatlarındaki tırmanış yükselen ekonomilerde enflasyonist baskılar yarattı. Merkez Bankaları’nın faizleri yukarı çekmesi ve uluslararası yatırımcıların bir süre gelişmekte olan pazarlardan uzak durması olağan sayılmalı. Dünya ekonomisi ve yabancı sermaye girişi yavaşlarsa, %4.5-5.0 olarak öngörülen 2011 büyümemiz bundan olumsuz etkilenebilir.
• Enflasyonun düşük seyretmesi bizi çok mutlu ediyor; ama yüksek üretici fiyatları ve çekirdek enflasyon göstergeleri, enflasyonun artabileceğini gösteriyor. Merkez Bankası’nın Kasım ayından itibaren uygulamaya geçirdiği yeni politikalar sıcak parayı yavaşlattı. TL’deki aşırı değerlenme eğilimi kesildi. Kredilerdeki büyüme ise Merkez Bankası’nın tercih ettiği seviyelere göre halen yüksek seyrediyor. Ancak enflasyon baskısı, önce zorunlu karşılıkların biraz daha artırılmasına, ardından politika faizlerinin yükseltilmesine yol açabilir. İş alemi için kredi faizlerinde artış başlamıştır. Bu ise büyümeyi biraz daha yavaşlatacaktır.
• Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da yaşananlar müteahhitlik gelirlerimizi azaltırken artan petrol fiyatları da ithal enerji faturasını yükseltecektir.
• Japonya’da meydana gelen felaketlerin dünya ekonomisi üzerindeki etkilerinin nasıl olacağını dikkatle izlememiz gerekiyor. Felaketlerin ilk etapta büyümeyi daraltması bekleniyor.
Uzun vadede ise Japonya’da yeniden inşa faaliyetleri ekonomiyi canlandıracak. Şu ana kadar Japon Merkez Bankası, bir yandan yüksek miktarda para piyasaya sürerken, G-7 yardımı ile Japon Yen’inin değerini istikrarlı bir seviyede tutmaya çalışıyor. Ama uluslararası gelişmelerin tamamı, hassas bir dönemde olacağımıza işaret ediyor. Türkiye’de büyüme yavaşlarken cari açığın artması, cari açık/GSMH oranının iyice tedirgin edici seviyelere çıkmasına neden olabilir.
• İşaret ettiğim bütün bu riskler, ekonominin geçmişe oranla çok daha sağlam olduğu ve makro ekonomik dengelerin çok daha iyi yönetildiği gerçeğini değiştirmiyor. Makro ekonomik istikrarsızlıkların gerilerde kaldığına inanıyoruz. Ancak, bizi kaygılandıran bütün kesimlerin üzerinde mutabık kaldığı iki yapısal sorun var:
– Kronikleşen dış ticaret açığımız
– Yeterince istihdam yaratamamak.
Biliyorsunuz Türkiye’de %48-50 olan istihdama katılım oranları çok düşük (Kadınların katılımı %25, gençlerin işsizlik oranı %25).
Bu yapısal sorunlar Türkiye’nin sürdürülebilir büyüme hızına sınır getiriyor ve zaman zaman ekonomide ısınmalara yol açıyor.
• Dikkatinizi çekerim: Her iki yapısal sorunun temelde düzeltilmesi yeni iş alanları yaratmaktan, ürün ve hizmet çeşitlerini arttırmaktan geçiyor. Tabii ayrıca, bu denklemin, sosyal bilinçlenmeyle, kadınlara istihdamda fırsat ve katılım eşitliğinin sağlanmasıyla, gençlerimizin eğitim düzeyinin yükseltilmesiyle, AR-GE faaliyetlerinin arttırılmasıyla tamamlanması gerekiyor.
• Yeni üretim ve hizmet dallarında iş yaratmak, mevcut üretim yapılarında katma değeri arttırmak ilk önce bizim görevimiz. Özel sektörün görevi… Bu konuda detaylı sektör çalışmalarının TÜRKONFED ve SEDEFED ile birlikte yapılması ve hükümetlere sunulması yeni politikalara ışık tutacaktır. Vergi yasalarında iktisadi faaliyeti arttıracak, üretim ve yatırımları teşvik edecek, kayıt dışılığı azaltacak değişiklikler üzerinde çalışılmalıdır. Hatta kadınların ve gençlerin istihdamında uygulanan vergisel teşviklerin kapsamının genişletilmesi gündeme gelebilir.
• Özel sektörün, hükümetler ve düzenleyici ve denetleyici kurullar ile birlikte uygulamaya geçireceği mikro ekonomik reformlar, Türkiye’yi farklı bir ekonomik yapıya götürecektir. Türkiye yeni bir büyüme hamlesini ve 2023 hedeflerini ancak böyle yakalayabilir.
• Ayrıca, iş âlemimizin Türkiye’nin KOBİ’lerini geliştirmek üzere özel dikkat harcaması lazımdır. İş yaptırırken, rekabet şartlarını bozmadan tercihlerimizi Türk firmaları lehine kullanmalıyız. Yoksa KOBİ’lerin güçlenmesini, istihdam ve marka yaratmasını nasıl sağlayabiliriz? Bütün dünya ülkeleri bu çerçeveyi sakin ve kararlı bir şekilde uygulamaktadır.
• Siyasette de ekonomidekine benzer bir manzara var. Bundan 10 yıl önce demokratikleşme için elzem olan 25 kadar siyasi reformu dile getirmiştik. Bu reformların çok büyük bir bölümü yasal olarak hayata geçirildi ama ne yazık ki uygulamada birçok sorun yaşanıyor.
• Hangi temel siyasi reformlar yapılamadı? Seçim sistemi temsilde adaleti sağlayabilecek biçimde değiştirilemedi. Mevcut yüksek baraj, seçmenin iradesinin parlamentoya adil biçimde yansımasını engelliyor. Bir düzeltme girişimi olmasına rağmen, iller arasındaki sandalye dağılımındaki çarpıklık, temsilde adaleti hala zedeliyor. Öte yandan aşırı geniş seçim bölgeleri de seçmen ile temsilcisi arasındaki ilişkiyi kopartıyor, vekillerin millet tarafından denetlenememesine yol açıyor. Şuna kuvvetle inanıyorum ki, barajın indirilmesi ve daraltılmış bölge sistemine geçilmesi, siyaseti olağan kanalları içinde tutmaya, hatta Kürt sorunu gibi konuların tartışılması için daha sağlıklı bir zemin oluşturmaya imkân sağlayacaktır.
• Siyasi partiler yasasında parti içi demokrasiyi işletecek değişikliklerin bir türlü yapılmamış olması da bir başka dikkat çekici konudur. Oysa ülkedeki demokratik işlerlik, siyasi partilerin kendilerini yenileyebilmesi ile yakından ilgili.
• Bir başka temel eksiklik de, dokunulmazlıkların sınırlandırılamaması, uzun dönemde parlamentonun itibarına olumlu katkıda bulunacak böylesine önemli bir konunun göz ardı edilmesidir.
• Gerçekleşmeyen bu reformlar bir yana, ifade özgürlüğü, adil yargılama ve kuvvetler ayrılığı gibi çok temel demokratik kavramın uygulanmasında bugün ciddi bir yetersizlikle karşı karşıyayız. Anayasamızda da bazı önemli düzenlemeler yapıldı ama Anayasa’nın baskıcı ruhunu değiştirmek mümkün olmadı.
• Bu artılar ve eksilerle yaklaşık üç ay sonra seçimlere gidiyoruz. Sorunların aşılabilmesi için seçim sonrasında demokratik bir zeminin yaratılması şart. Bu Türkiye’nin AB sürecindeki konumunu da güçlendirecektir. Seçimlere giderken bütün siyasi partilerden beklentimiz, karşılıklı sert polemiklerle tırmanan propagandalar yerine, gündemdeki konular hakkında halkın açık ve net biçimde bilgilendirildiği sağlıklı bir tartışma ortamının oluşturulmasıdır. Yurttaşlarımızın da, bu seçime en yüksek seviyede katılmaları demokratik gelişmemiz açısından önem taşımaktadır.
• Sözlerime son vermeden önce, ülkemizin ve insanımızın, büyük emek ve çabayla, gerek ekonomide, gerek siyasal ve sosyal hayatta çok önemli atılımlar gerçekleştirdiğinin ve gurur duyacağımız kazanımlar elde ettiğinin altını çizmek istiyorum. Bugün bulunduğumuz yeri yeterli görmüyorsak, bu ideallerimizin yüksekliğindendir; ülkemizin ve insanımızın daha müreffeh, daha demokratik, ekonomik ve sosyal bakımdan daha adil bir ülkede yaşamayı hak ettiğini düşünmemizdendir. Bunu gerçekleştirmek için her türlü çabayı göstermenin hepimizin bu ülkeye borcu olduğunu düşünüyorum.
Erkut YÜCAOĞLU
22 Mart 2011
Editörün Notu: Sayın Erkut YÜCAOĞLU’nu daha yakından tanımak için, Mayıs 2008’de yapmış olduğumuz söyleşiyi okuyabilirsiniz. https://hakanokay.com/erkut-yucaoglu-nisan-2008-2#more-554