Sayın CEBE sohbetimize hoş geldiniz. Bize biraz kendinizi tanıtabilir misiniz? Hangi okullardan mezun oldunuz?

– Reklamcıyım.1962 doğumluyum. Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum. Mezun olduktan hemen sonra iş hayatım başladı. 14 yıl aynı şirkette Reklam ve Halkla İlişkiler Departmanı’nda yönetmen olarak çalıştım. Sonraki yıllarda dergi yayın yönetmenliği; serbest çalışma olarak da reklam yazarlığı ve web tasarımı yaptım. 2005 yılında kendi reklam ajansımı, Kertenkele’yi kurdum. Bu arada, 1999 yılından bu yana İstanbul Kültür Üniversitesi’nde haftada 1 gün Öğretim Görevlisi olarak Reklamcılık ve Senaryo Yazarlığı dersleri veriyorum.

İş hayatına başladığınız dönemdeki deneyimlerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?

– Çalıştığım sektör kozmetikti. Şu anda çok tanınmış olan pek çok kozmetik markasının Türkiye temsilcisi bir şirketti. Bir çoğunun Türkiye lansmanında çalıştım ve marka yerleştirme konusunda özellikle Fransızlardan çok şey öğrendim. Türkiye’deki satın alma alışkanlıklarını yakından tanıma fırsatım oldu.
Reklamcılık olarak bakarsak, her şey çok farklı ve bu güne göre çok ilkeldi. Daktiloyla yazardık, yazıları dizgiciye gönderirdik, kretuarla tashih yapardık. Tasarladığımız her şeyi elle çizerdik. Ben buna İbrahim Müteferrika dönemi diyorum. Şirkette bilgisayar bir taneydi. Çekinilen, uzaylı gibi davranılan bir yaratıktı sanki. Ben bu anlamda çok şanslı bir kuşak olduğuma inanıyorum. Hem her şeyi teknoloji olmadan kotarmayı öğrendim hem de teknolojiyi yakaladım. Yani, İbrahim Müteferrika da, Bill Gates de beni yakından tanır. Bu da deneyim sayımı fazlasıyla artırdı.

Kozmetik sektöründe çalıştığınız dönemde bir takım “ilk”leri Türkiye’de yaptınız; bize biraz bunlardan söz edebilir misiniz?

– Her şey ‘ilk’ti aslında o zamanlar. Ya da, herkesin yaptığı ‘ilk’ oluyordu. Bazı ilkler bizim ekibimizden çıktı o arada ama fazlasıyla amatörce.. Patentsiz, az bütçelerle hayata geçirilen uygulamalardı. Nelerdi? Örneğin, ‘Tanıtım Çayları’. Güzellik uzmanlarımız ürünlerimizi satın alan her kadından adres aldı. Bunları bilgisayara girdik. Haftada 3 gün ellişer kişilik gruplar halinde ‘Çay Saati’ adı altında toplantılar düzenledik. Kozmetik sohbetleri havasında geçen bu çaylarda hem ürünlerimizi tanıttık hem de müşteri bilgilerini güncelledik. İki yıl boyunca bu çaylara ara vermeden devam ettik. Elimizde binlerce kadının çok ayrıntılı bilgileri oldu; adres, yaş, iş, cilt tipi vb. gibi. İsmen bile tanıyorduk pek çoğunu. Bir anlamda CRM yaptık.
Bir başka ilk, hedef kitleye yönelik ürün dergisi yapmak oldu. Her ay çıkarıyorduk. Dört sayfalık ince bir dergiydi. Oluşturduğumuz adreslere yolluyorduk. Markalarımızı anlatıp, cilt bakımı, makyaj ve parfüm konularında bilgiler veriyor, ödüllü küçük bulmacalar yapıyorduk. Çok ilgi gösterdi kadınlar. Dergilere ayırdığımız reklam harcamalarımızı azaltıp, baskı adetimizi artırmıştık. Aynı ev içinde yaşayan anne-kız ayrı ayrı bülten gelsin istiyorlardı.
Bir diğeri ki amatörce yapmış ve hiç duyuramamış olmak beni hep üzer, ilk marka üyeliği kartı. Şimdi her markanın var. Her müşterimize kart gönderdik. Sadece kozmetik alışverişlerinde değil, giyecek, yiyecek hatta tiyatroda bile kartlarını gösterip indirim alıyorlardı. Tanıdığımız tüm işletmeleri dolaşıp indirim anlaşması yapıyorduk. Çok zevkliydi aslında. İnsanlar adlarına bir indirim kartı olmasına bayılmışlardı.

İş hayatına bir profesyonel olarak başlamanın size ne gibi katkıları olmuştur? Sizce insanlar kendi işlerini kurmadan önce bir süre profesyonel olarak başka bir şirkette çalışmalı mıdır?

– Kesinlikle. İş deneyiminde ‘alaylanmak’ başka bir şey, hele ki bunu başkasının parasıyla yapıyorsanız. Şaka bir yana, aslında sadece iş açısından değil, çalışan olmuş olmak patronluk kişiliğine zenginlik, yumuşaklık ve anlayış kazandırıyor. İki tarafı da biliyor insan. Anne olunca anneni anlamak ama bir taraftan da çocuğunu anlamak gibi bir şey. Bu ilişki reklamcılık sektöründe çok önemli. Çalışanlarla birlikte yaratıyoruz her şeyi. Gece geç saatlere kadar atölyede çalışıp birlikte iş yetiştiriyoruz. İşi müşteriye götürüp döndüğümde, kapıda karşılayıp “Aldık mı” diye soruyorlar. Çünkü ciddi emekleri var. Bu anlamda maaşlı iş hayatım bana çok şey kazandırdı.

Kendi işinizi kurmaya nasıl karar verdiniz? İlk adımlarınız neler oldu?

– Aslında hep aklımdaydı ama sadece konuşuyordum; harekete geçmiyordum. Bir anda karar verdim. Ya şimdi, ya hiç gibi bir psikolojiye girdim. Çok heyecanlı bir insanımdır. On gün içinde kurdum Kertenkele’yi. O on gün içim içime sığmadı. Geceleri uyanıp, kağıtlara bir şeyler yazıp çiziyordum. Neler olduğunu bile hatırlamıyorum. Heyecan eskizleriydi galiba.
İlk adımım isim bulmak oldu. Markalaşmaya yönelik bir şey olsun istiyordum. Kesinlikle Türkçe olmalıydı; altı doldurulabilir olmalıydı; kulağa ve yazıma uygun olmalıydı; hiç kullanılmamış, gözden kaçmış olmalıydı.. Hayatımda benzetme ve çağrıştırmayı çok kullanırım. Benzetmeleri düşündüm. Aklıma birden ‘keçi gibi inatçı’ geldi. Lokantada yemek yiyordum. Bir kalem isteyip peçeteye yazmaya başladım. Balık gibi unutkan, panter gibi yırtıcı….Hangi hayvan reklamcı olabilir diye düşünmeye başladım. Gözleri birbirinden bağımsız hareket edebilmeli ki bakış açısı geniş olsun. Tavanda da yürüyebilmeli ki vizyonu açık olsun. Renk değiştirebilmeli ki müşterilerine uyumlu olsun. Geniş bir familyaya ait olmalı ki yaratıcı olsun. Hızlı ve atak olmalı ki zamanında iş yetiştirsin. Ve hep kendini yenilemeyi bilmeli, kuyruğu kopsa da. Bu özelliklere uygun ve gözümüzden kaçmış tek bir hayvan vardı: Kertenkele. Ayrıca, kuyruğu ve ince uzun siluetiyle logoda güzel bir leke oluşturuyordu. İtici bir hayvan diyenler oldu ama vazgeçmedim, hayatımızda Miki Mouse var ve o bir fare. Nasıl sunulduğu önemli diye düşündüm. Bizim kertenkelemiz kırmızı, çekici yani.

Bugün hangi konularda faaliyet göstermektesiniz?

– Müşterilerimizin tasarım ve yaratıcılık gerektiren tüm tanıtım ve reklam işlerini yapıyoruz. Bu arada bağımsız projeler de üretiyoruz.

Mesleğinizin zor tarafları nelerdir? Bu zorlukları nasıl aşmaktasınız?

– Reklam hizmeti verdiğimiz müşteriyi yaptığımız konsepte ve hatta bazen tasarıma inandırmak. Her müşterinin çok doğru olduğuna inandığı bir slogan, çok sevdiği bir renk, resim derslerinde aldığı iyi bir not illa ki var. Ama zamanı ve bütçesi yok. En büyük sorun bu. Bir ürünü tanıtmak akıllıca atılacak adımlarla ve sabırla olacak bir şey. Markanızın altını en başından doldurmalı ve arkasında durarak devam etmelisiniz. Herkesi ürününüzü bir kereliğine almaya ikna edebilirsiniz ama sürekli almaya ikna edemezsiniz. Bu bir güven olayı, zaman gerektiren bir şey. En zoru bu sürece müşteriyi inandırabilmek.
Bu zorluğu ikna etmeye çalışarak, yaptığımız işi iyi savunarak aşmaya çalışıyoruz.

Ajansınızın pazarlama faaliyetleri var mıdır? Bize biraz bunlardan söz edebilir misiniz?

– Yaptığımız işleri pazarlamak dışında yok şimdilik. Ama en büyük hayalim, bir Kertenkele ailesi yaratarak her şeye bu aileyi oturtabilmek. En büyük referansım Kertenkele olsun istiyorum.

Yeni girmeyi düşündüğünüz alanlar var mı? Ajansınızın geleceği ile ilgili ne gibi yatırımlar yapmayı planlıyorsunuz?

– İstediğim alanlar var. Spesifik konularda dergiler yapmak, kişilere tasarım üreten küçük tasarım atölyeleri kurmak gibi. Ama hem zaman hem de bütçe gerektiren istekler.

Şirketler gelecek ile ilgili planlarını oluştururken, sizce reklam ajanslarının da görüşlerini almalı mıdır?

– Yaptıkları işle ilgili bir şey bu. Ürün veya hizmet üretiyorlarsa iyi olur elbette. Böyle davranan çok şirket var günümüzde. Reklama inanç eskiye oranla çok daha güçlü ve yaygın. Pazarda çok fazla seçenek olması şirketleri bu tarz bilgi paylaşımlarına ister istemez itiyor zaten.

Konunuzla ilgili dünyadaki gelişmeleri nasıl takip ediyorsunuz?

– Özel bir şey yapmıyorum. Farkındalığım yüksek bir konu olduğu için bir şekilde öğreniyorum, duyuyorum. Ara sıra işlerini çok beğendiğim bazı Fransız ajanslarının “Bakalım yeni neler yapmışlar” diyerek sitelerini dolaşıyorum. Bir de üniversitede ders veriyor olmam kendimi mesleki açıdan sürekli yenilememi ve güncellememi sağlıyor.

Sektörünüzde yeni işe başlayanlara neler tavsiye edersiniz?

– Gençlere yani. Onların en önemli özelliği tavsiye dinlememek. Bu da doğru bir şey. Biraz öyle olmalılar ki kendi deneyimlerini yaşayabilsinler. Deneye yanıla öğrenecekler elbette.
Tek bir öneri de bulunmak isterim: Hayattan, insanlardan, yaşananlardan, kültürlerden, filmlerden, kitaplardan, böceklerden, hayvanlardan kısaca her şeyden haberdar olmaya çalışsınlar. Çoğaldıkça daha üretken ve yaratıcı olmaya başlıyor insan.

Söyleşi için çok teşekkür ederiz; gerçekten çok içten ve keyifli oldu. Çok anlamlı mesajlar verdiğiniz kesin; başarılar dileriz.

Söyleşiyi yapan: Hakan OKAY, Haziran 2008